10 Aralık 2012 Pazartesi

Hüzün Olsun Senin Adın!

Tüm yükü mü sırtlandın omuzlarına Çocuk!
Bir acı yakışır mı hiç böylesine.
Aydan kopan bir parça solan yüzün.
O bakışlar ne kadar da derinlerde.
Yüreğinde damla damla biriktirdiğin
Bedenin yar olmus umutsuzlukla
Kilitlenmiş dudaklar
Söyle neyi saklar ölürcesine.
Ne güneş doğar,
Ne döner dünya.
Çektiğin içine hayat değil.
Ölüm de bir,
Yaşam da bir.
Bu kadar ızdırap niye!

Nefes

Bir umuttun o an sen,
Aldığım nefes.
Doğuşumdun,
Can buluşum,
Dirilişim.
Korkularımı yenen savaşçı,
Özgürlüğümü sunan ellerime.
Dağ olmuş acılarımı yıkan,
Sendin ey yabancı
Bana en yakın yar olan.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Kor Ateş

Dilin tutuldu mu gördüğünde sevdiğini
Donup kaldın mı hiç
Beklemekten yılmayan bedenin,
Tükendi mi o geldiğinde

Tüm gücünü emerken mutluluk
Göz bebeklerinden sadece sevgidir akan.
Baksan da doyamazsın
Solursun hasret çektiğini ciğerlerinin her bir zerresine

Boğazında sıralanmış itişen cümlelerin varken
Tek kelime etmeye cesaretin yoktur.
Böylesine yanıp kavrulurken
Buz kesmek işte budur!

19 Eylül 2012 Çarşamba

Ve Evren Genişliyor!

Bilinmeyen bir patlamayla başlayan ve sonra yoğunlaşan akıl almaz güç. Bir şeyler, bir şeyler ve oluşmuş evren. Ve genişliyor zamanla.  Olaylar aynı, tanıdık, aşina. İnanması güç bir şekilde, neredeyse küçük bir kopya. Değil mi ki patlayan zerre kavuşunca eşine, buluşan bütün genişler rahimde. Biçimsiz kan pıhtısı görevi için şekillenmeye devam eder ve manalaşır zihinlerde. O da karanlık bir evrendedir şimdi. Bildiği, bildiğini zannettiği tek evrende duyar, hisseder, tadar ve belki anlar ya da sadece içgüdüseldir yapılan onca hareketler. Tek bir fark vardır-belki de fark değil- görmez o sahip olduğu evinde, kim bilir belki de gerekli değildir. Çok eskiden, efsane kadar geçmişten, çok düşünen ve çok bilen bir adam ' insanı zincirlesen ve mahkum etsen gölgeye, sonra desen ki gel gerçeği göstereyim, bağlarını çözeyim , istemez, canı yanar ve reddeder gölgelerin sahibini' der*. Ve doğarken beşer ağlar, yumar aniden gözlerini, ışık canını yakar. Gelirken yeni yuvasına, parçalarken eski evrenini, dönüş yolunun kapısını ilelebet mühürler. Ve evren genişler! Ve Kitap, yeni evine giderken eskisi harap olacak der. Bildik bir hikaye bir kez daha kendini tekrarlar.


* Platon: Mağaranın Alegorisi

3 Eylül 2012 Pazartesi

Günbegün

Suskun bir gündü. Zaman boğulmanın eşiğinden döndü. Kız günü yitirdiğinde kim bilir daha neleri yitirmişti. Damarlarında kan akmıyordu sanki. Belki kendisine öyle gelmişti, ne önemi vardı omzunu silkeledi yola devam etti. Tam karşısında Güneş bile bıkmıştı gökyüzünden, gün boyu oyalandığı yeri terk ederken aceleciydi. Oysa Ay'a ne demeli? Aynı gökyüzüne hasret, bir çok rakibine rağmen tek olduğunun farkında ihtişamla ışıldadı. Kız bıkkın, kız yitik. Nasıl olduysa geldi kapıya, ayakları, üzerindeki sahibi onu yönlendiremeyecek durumda olan ve gideceği yeri bilen bir at gibi getirmişti yine. Çantasını umarsızca karıştırdı, anahtarlarını bulmak için. Buldu, bulamamacasına. Dışarıda ezan sesinin son nağmesi, kapının eşiğinden girerken onu son anda duyan kızla dalıverdi içeriye. Kız sevmezdi karanlığı. Ezbere bir hareket ve ışık yandı. Susmanın ağırlığını bıraktı kapıda ve yumuşacık terlikleriyle hafif bir tüy gibi sokuldu huzur bulduğu yegane limanına.

5 Haziran 2012 Salı

İyi, Kötü ve İnsan (hikaye versiyonu)



yağan yağmurun altında, denk gelecek gözleri paramparça edecek kadar delici bakışlarla, öfkesinin neden olduğu ateşi söndürmek için bekliyordu savaşçı. güçlü ellerini, başını toz zerreciklerine dönüştürmek istercesine, onu iki yandan sıkıca bastırıyordu. mümkün olsa anılarını taşıyan bu parçayı bedeninden söküp atmayı ve çektiği tüm sıkıntılardan bir an önce kurtulmayı dilerdi. çırpınışlarının nafileliği boğulmasına yeterdi. fakat ne yazık ki bunların hiçbiri nefes almasına engel olamıyordu.


çıplak omuzlarına değen her yağmur damlası,tenle buluşmanın zevkine varamadan buharlaşarak, geldiği gibi sahibine geri dönüyordu. damlalar bile ona huzuru veremeyecek kadar çaresizdi.

yemin etti savaşçı. tüm bu ızdırabın cezasını almaya yemin etti.acıları heba olmayacak, bunu kimsenin yanına kar bırakmayacaktı. ellerini yumruk yaparak sıktıkça, vücudunda dolanan kan daha da hızlandı. göğüs kafesi şiddetle kabarırken, ciğerlerindeki hava olanca kuvvetiyle burnundan fışkırıyordu.

'gel yanıma.gel yaşayan efsane.' dedi arkasından şu ana kadar güven duyduğu, şu andan sonraysa intikamının sahibi.

hiçbir şey olmamış gibi döndü savaşçı. yüzüne sadakat maskesini takmış, en itaatkar tavrıyla, başı, saygının ifadesi olan hafifçe eğik bir biçimde bakıyordu gardiyanına.bir anlık zaman diliminde bile olsa, uğruna ölebileceğini düşündüğü adama baktı. şu an ise onun, kendi ellerinde can vereceği anın, hayalinde oluşturduğu zevk, bedeninin içinde patlayama yüz tutmuş hiddeti bastırmasına yardımcı oluyor, rolünü daha iyi oynamasını sağlıyordu.

'sahip' dedi emin adımlarla ilerlerken.

'umarım, beklediğin haberler seni memnun etmiştir. aradığın cevapları bulabildin mi?'

'maalesef hayır. bu son umudumdu. sizin de söylediğiniz gibi daha fazla vakit kaybetmemin ve gereksiz yere içimde endişe tohumlarını yeşertmenin bir anlamı yok,' dedi tüm inandırıcılığıyla.

habercinin getirdiği lanetlenmiş sözlerin yıkıcı darbesini hala taşımasına rağmen, azapla sonlanacak planı kafasında oluşturmaya başlamıştı.

'işte duymak istediğim sözler. geçmişin hayaletlerini bırakıp geleceğe yönelmenin vakti.'

her şeyin yolunda gittiğini düşünen sahip, ne kadar zeki ve kurnaz olduğunun kanıtı karşısında, gururu kafdağına değercesine mağrur bir şekilde, yanında sadık kölesiyle başına gelecek felaketlerden habersiz girdi içeriye. 

4 Haziran 2012 Pazartesi

İyi, Kötü ve İnsan!

İnsanoğlu kurbanıdır her zaman iyi niyetinin. Zekası ve aklı, onu tüm canlılardan üstün kılsa da, içinde taşımak zorunda olduğu saflığı, yegane zayıflığı ve yiyeceği darbeler için yumuşak karnını oluşturmuştur. Mevcudiyetinde ki o eşsiz nur, gözünü kırptığı an yok eder kendisini. Ne zaman ki düşman, iyiliğin pelerinine bürünür, masumiyet maskesini takar, gözlerin, altındaki sırrı göremeyecek kadar ışıkla kamaşır, işte o an hilelerle seni istediği yola sürükleyen iblis zafere imzasını atmış olur.

İnsan ne kadar uyanık olursa olsun, hiç uyumayan bir rakibe karşı savaş naraları atamaz. Sürekli ayakta, seni her an gözetleyen, en ufak bir açığını yakalamak için sonsuz bir sabra sahip olan düşmanı yenmenin tek yolu, onun sahte iyiliğine aldanmamaktan geçer. Yaşamın düzeni, bütün yaratılmışlıkların  karşılıklı oluşunda yatar. Verdiğin kadar alır, aldığın kadar verirsin ve her iyiliğin de bir bedeli vardır. İçinde sahip olduğun zaafın farkında olduğun müddetçe gücünü korur ve kaybetmezsin ama ne acıdır ki kazançlar için de kayıplar gereklidir. Zeka ve akıl, iyiliğin gücünü yenmeye yetmez ve! Düşman bunu kullanmayı çok iyi bilir!

6 Mayıs 2012 Pazar

Susmayı Öğrenmek

Yaşamayı öğrenmekle başlar masal. Gözlerindeki dizginlenemez, efsunlanmış kıvılcım gider önce. Seni alev alev yakan, bir tutuştu mu külünü bile bırakmayan o parıltı, kor olur sükun içinde. Serseri omuzlarında manalar biriktikçe, güçlenir kasların ve kırılmaz bedenin. Duydukça en delisinden nameler, garipsemez olursun, yadırgamazsın. İncitmez artık ne sözler, ne cümleler, ne de çeşit çeşit kelimeler. Nihayet kavramaya başlarsın.

Yaşamayı öğrendikçe susarsın. Bilirsin ki, saçtığın her zehir seni yakar. Bilirsin ki, bilmeyen gibiydin bir zamanlar. Bilirsin ki, susmayı öğrenebilmek için verdiklerin heba edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Susmayı öğrenmek, kavrulmuş bir yüreğin çığlığıdır. Çaresizliğin bitişi, esaretin sona erişidir.

Senin zannettiklerin teker teker gittiğinde ve gerçekten senin olanlara kavuştuğunda nihayet susmayı öğrenirsin.

5 Nisan 2012 Perşembe

Kayıp Kaşif

Çıkmıştı yola Kaşif, mutlulukla. Şendi kalbi, çocukları kıskandıracak kadar. Azimliydi, kararlıydı, güçlüydü. Sonuna varacak mıydı? Meraklıydı. İlerledi Kaşif. Baktı, kokladı, dokundu, duydu, tattı. Teker teker kaydetti herbir yeniliği. Devam etti Kaşif, daha nereye gitmeliydi? Öyle şeyler gördü ki, şaşırtmaz oldu bir diğeri. Ne çok koku vardı, algılayamaz oldu başkalarını. Güçlüydü, azimliydi, kararlıydı Kaşif. Meraka ne olmuştu? Neden yarı yolda yorulmuştu? Şimdi çocukları kıskanma sırası kendisinindi. Öyle kıskanıyordu ki, tek tesellisi, onların da bir gün kendisine benzeyeceğini bilmesiydi. Fakat yine de üzüldü, keşke böyle olmasaydı. Durdu Kaşif, daha fazla gidemedi. Neredeydi göremedi. Zaten niye gelmişti? Düşündü, düşündü, düşündü, nedenini bulamadı. Çıkmıştı yola Kaşif, mutlulukla. Kalbi şendi. Çıkmıştı, mutlulukla. Çıkmıştı...Çıkmıştı. Rehberi rüzgardı. Güçlüydü Kaşif ama rüzgar yorulmazdı. Yoruldu Kaşif, rehberini bıraktı. Şimdi mutsuzdu, şimdi kararsız. Artık keşfetmek istemiyordu. Anladı ki hepsi birbirinden farksız. Bildiğinin içinde bilinmeyenle kaybolmak ve yeniden bulunmak istiyordu. Artık biliyordu. Biliyordu Kaşif. Yeniden çıktı yola. Huzurla, sabırla. Bu sefer yolu tanıyordu.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Esir

Kendi aklıma hapsettin beni,
Sıkıyor zincirlerimi zaman.
Zaman!
Düşman şimdi bana.
Zaman!
Dalga geçiyor acımasızca.
Anahtarların sahibisin şimdi
Oyalandıkça deliliğim artar.
Dayanmak ızdırap,
Dayanmak ziyan.
Anlayamazsın işkenceni,
Beni ne kadar hırpalar.
Ey hücrem!
Ey zindanım!
Ey sevgilim!
Kilidi açacak gelmiyor.
Sen de bırakmaz mısın ki
Gideyim.
Acımaz mısın halime,
Görmez misin,
Ne dertteyim.
Ya sen bırak, ya gelsin anahtar
Gücüm tükenmek üzere
Korkarım ki artık,
Sonumu hissetmekteyim.

20 Ocak 2012 Cuma

Nice Mutlu Senelere!


bir dilek,bir söz,bir temenni. mutluluktur, ne garip değil mi! hatırlanmak, anılmak, beklemek, ummak...   
özel günler küçük bir test misali. insan kimi anar, kimi sorar, kimi özler, kimi yoklar?
sadece değer verdiğini!!!
değer belki çıkar için,belki bir beklentisi var. ayırt etmek mümkün mü değerin değeri ne kadar?
yalandır tüm inkarlar, kendine karşı koymalar,gözlerini kapatmalar. insan sevgisinin karşılığını bir şekilde... mutlaka arar.


16 Ocak 2012 Pazartesi

Mutluluk Nedir Ki!

Mutluluk, dağ eteklerinde yaşayan bir çobanın, koyunlarını sağ salim köyüne götürebilmesidir.
Mutluluk, yıllarca süren bir savaşta, çadırlarda yiyecek sıkıntısı çeken insanların o gün de karnını doyurmasıdır.
Mutluluk, bir ev kadınının, işlerini erkenden bitirerek kendine vakit ayırmasıdır.
Mutluluk, musluğu hiç görmemiş, hiç duymamış bir kimsenin ihtiyacı olan su için kilometrelerce yürüyerek, binbir zahmetle kuyudan suya ulaşmasıdır.

Mutluluk nedir ki!

Borsada hisseleri zararla başlayan kişinin günü karla kapatması, uzunca bir süre sırt üstü yatmak zorunda kalan hastanın kısa süreli de olsa yan tarafına dönebilmesi, küçük bir çocuğun yolda giderken parka denk gelmesi midir?

Nedir bu mutluluk ki, artık kalıplara dökülüp uğruna değerler biçilen. Olmazsa olmazlara dönüşen. Talepler çoğaldıkdıkça, kıymeti bilinmeyen...

Mutluluk şimdi çekirdeği alınmış meyve misali, bütününden ayrılmış. Gerçek, hayal dünyasında yaşamaya başlanmış. Tıpkı arkadaşlıkların sanal alemde yalan yanlış yaşandıkları gibi.

Oysa mutluluk, herşeydir, herşeydedir, heryerdedir.
Mutluluk, aramanı gerektirmeyen, çağırman için gözlerinin içine bakan bir gariban.
Mutluluk, seni bırakmayıp hep yanıbaşında olandır.

6 Ocak 2012 Cuma

Andante

Tomurcuklar hazır bekliyor çiçek açmak için sırada. Pembe, beyaz, eflatun. Güneş ışıldıyor cıvıl cıvıl dalların arasından, bakıyorum gözlerim hülyalı. Bir meltem taşıyor kokusunu baharın. Çekerken içime tazeliği, ciğerlerim coşuyor. Kuşları seyrediyorum, aklımdan geçen... huzur! Mutluluk takip ederken peşini, saçlarım tenimi okşuyor. Gençliğim bir lütüf, bir armağan, bir şükran. Sevebilmek bir nimet şimdi bana. Anı değerlendirmeli, biliyorum. Kısacık ömrümün baharı ne tatlı. Çiçeğin üzerindeki böcek batmıyor bana, iğrenmiyorum, korkmuyorum, kaçmıyorum. Gözlerim fark edebiliyorken güzellikleri, faniliklerin zevkine varıyorum. Kulağımda suyun müziği, en güzel namelerini çalıyor benim için. Büyüleniyorum dinlerken, büyüsü fikrime bulanıyor. Uzaktan çocuk sesleri, kuşların kanatlarında geliyorlar. Hayatın çekirdeği, yörüngesinde bizler. Damarlarımızdaki tazelik, gözlerimizdeki fer. Yağmur damlaları firar etmiş. Aldırmadan ölümlerine semadan atlıyorlar. Uzatıyorum elimi, kurtarır mıyım diye. Yanılmışım! Dokundukça can buluyorlar. Zaman yavaşlıyor sanki, nefesim hissedilmeyecek kadar derinden. Evren bile bana ayak uyduruyor. Bakıyorum, dinliyorum, kokluyorum. Tüm zerreler hislerimde. Anlamlı, manalı, açık ve de seçik. Sadece bir müddet... bir müddet mükemmellik ellerimde. Sonra... eriyor, kayboluyor, müzik duruyor. Hayat olanca sıradanlığıyla beni bir kez daha karşılıyor.

5 Ocak 2012 Perşembe

...

Ağzımda bir dolu söz, boğuluyorum...
Boğulmuyor.
Sorular, sorular, sorular.
Kemiriyorlar beynimi, sussunlar artık...
Susulmuyor.
Susmak, konuşmak, arada kalmak.
Bir kaybolup, bir var olmak.
Yürümek bitirmiyor, aşmak kar etmiyor.
Engeller yerinde, düğümler bağlı.
Yılan gibi kıvrılıyor önümde upuzun yollar.
Mutluluk düşlerimde...
Vazgeçmiyorum.
Bırakmıyorum yakasından, peşinde hala bir zavallı.
Dinginlik, bir deniz.
Dalgasız, durgun, sakin, huzurlu.
Koşup kavuşamadığım,
Rüzgarın sürükleyip elimden uçurduğu mu?
Yalan alemindeki gerçeksin sen...
Huzur!
Büyülenmiş gözlerimin tek ilacı.
Parçalanmış aklımın dermanısın.
Huzur... Ey Huzur!