15 Kasım 2011 Salı

Dilenci

Açlıktan mıydı bu halsizlik, yokluktan mıydı yorgunluk, bilemiyordu sebebini dilenci. İhtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu elindekiler. Sahip olduklarıyla yetinemiyordu bir türlü. Baktıkça başkalarına yakasını bırakmıyordu kıskançlık. İnkar etmesi faydasızdı, direnmesi beyhude. Canını yakıyordu işte, esiriydi bu hislere. Böylesine biçare olmak hınçtı onun için, kızgınlıktı, öfkeydi. Özgür olabilmek için neler vermezdi ama sahip olduğu neyi vardı ki! Bıçak gibi saplanıyordu, şahit olduğu her paylaşım. Nasibini alamadığı, yakınındayken uzanamadığı, isteyip de kavuşamadığı. Onuru nasıl da ayaklar altındaydı, dilendiğini bir tek kendi bilsede. Anlamalarından ölesiye korkuyordu üstelik. Gururu önemliydi hala, bedeline dayanabiliyordu şimdilik. Kibrinin tahammülü yoktu aralarındaki ilişkiyi sonlandırmaya. Bırakmaya niyetli değildi, dirayetli çıkmıştı oldukça. Oysa biliyordu ki dilenci ne gurur, ne kibir sırtından bıçaklayamayacağı kadar önemli değildi, sonunda pes edeceği hale geleceği muhtaçlıkları karşısında!

11 Kasım 2011 Cuma

Mazide Kalan



Bir zamanlar sevmek vardı dedi annem. Sevmek! Sanki bir efsane, bir ütopya. İnsan neyi sevebilirdi ki? Düşüncesi bile anlamsız. Sevmek, güzeldi dedi annem. Güldüm...nasıl da manasız. Nesi güzeldi ki kendinden vazgeçmenin, sevgi uğruna acı çekmenin, her şeyini paylaşmanın, bir değil de bütün olmanın...nesi güzeldi? Sevmek, mutluluktu dedi annem. Dedim, hadi ordan. Mutluluk...kolay mıydı öyle! İnsan severek mutluluğu yakalayabilir miydi? Mutluluk, yıldızlar kadar uzakta; ne diyorsun sen! Sevmek, huzurdu dedi annem. Nasıl dedim, birden. Huzur...bu imkansızken. Aklım almıyor ne desen. Yoksa!...sevdin mi gerçekten? Evet, dedi annem. Sevdim! Duygularım yok olmamışken sevgisizlikten. Kör olmamışken gözlerim, hükmü geçmezken değersizliklerin. Bütünümü parçalamadan hemen önce sevdim.

3 Kasım 2011 Perşembe

Bilinmez Davranışlar

Bazı günler vardır, bazı anlar. Düşüncesiz, nedensiz, sebebsiz.Sadece yapılan, öylesine, sorgusuz. Bazı saatler ki, duygusuz. Belki sonrayadır pişmanlıklar. O anı sorgularsan, eski bir dost gibi gelir tutsaklıklar. Ellerinde kelepçeler, beyninde prangalar. Yaparsın işte umarsızca. Yapılsın ne var! Bilirsin...Bilirsin yalnızca sen, neyin doğumu seni karşılar. Zaman mı donar, akıl mı kanar, vicdan mı kayar da izin verirsin gözlerinin önünden geçmesine, ellerinden uçup gitmesine, belki de en değer verdiğin parçacıklar. Evet, belki de en değer verdiğin, seni sen yapan parçacıklar. Ne bilmek kar eder, ne herşeyi anlamak, ne sonunu düşünmek, ne görebilmek erdemdir şimdi. Şimdi boş, şu an anlamsız. Sadece süzülürsün boşlukta, hipnoz edilmiş gibi.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Azap

Nasıl can yakar hiç düşündün mü içindeki boşluk.
Gözlerinde kaybolur hayat.
Bir zamanlara ait gölgeler, mutluluğa dair... silinirken.
Nasıl acıdır bilir misin, lanetler yağdırmak yokluğa,
Varlığın güzelliğini bir kere yudumladıktan sonra.
Nasıl zavallıcadır, bunalımın uçurumunda bir başına dans etmek,
Sersefil bir şekilde.
Dilenmek,
Sahipken nasıl kaybolduğunu bilemediğin anlara.
Durup beklemediğin, bakıp göremediğin, susup dinlemediğin...
Affedilmeyi beklemek,
Kim tarafından bilinmeden.
Sadistçe, ümitsizce, çaresizce.
Nasıl da delirircesine!
Kendi kendine yaptığın bu zulmü hayal edebilir misin?
Tam ortasındayken üstelik,
Fark edebilir misin acımasızlığını?
Merhametini uyandırabilir misin son vermek için tüm bu saçmalıklara!!!