22 Şubat 2019 Cuma

Özgürlüğe Ağıt

La Boetie'nin Söylev'ini okudum geçenlerde; kölelik ve kulluk üzerine. Haliyle kafamın içindeki Çılgın zevkten dört köşe oldu. Kitabı toplasan altmış sayfa, Çılgınım konuştu sayfalarca.

'Ben de sana aynı soruyu sormadım mı söyle? İnsan nasıl olur da bir insanın lafına gık çıkarmadan tabi olur diye sormadım mı?'

'Hıı', dedim dişlerimin arasından, evet anlamında. Ben de sana tabiyim demek isterdim ama sonucunu göze alamadım elbette. Kitapta da aynı mevzu sorgulanıyordu. İnsanlar nasıl oluyor da sorgusuz sualsiz boyun eğebiliyorlardı? İlginç bir kitaptı. Özellikle bir paragraf Çılgınımı kendinden aldı. Konu, kulluklaşma (köleleşme) mekanizmasının işleyişiyle ilgiliydi. Şöyle diyordu La Boetie,

''Tiran, uyruklarını birbirlerine kırdırarak kulluklaştırır...Yükselme hırsıyla suçlandırılan bu kişiler...kötülüğe (yani kul-köle durumlarına) katlanmaktan hoşnutlar. Çünkü onlar da aynı kötülüğü, kendilerine bunu yapmış olan kişiye değil de, aynı onlar gibi kötülük görmüş olan, fakat başkalarına da benzerini yapamayan kişilere karşı uyguluyorlar.''

Buna benzer bir görüşü Rousseau'nun da paylaştığını söylüyor kitap alt açıklamasında,

''Yurttaşlar, kör bir yükselme tutkusuna kapıldıkça ve aşağısı yerine yükseklere baktıkça kendilerinin ezilmesine daha kolaylıkla rıza gösterirler; hükmetme onlar için bağımsızlıktan daha fazla önem kazanır ve başkalarını zincir altında tutabilmek için kendileri de zincir taşımayı kabul ederler.''

Çılgınım da şöyle demişti bir seferinde bana,

'Özgürlük denen şey bu dünyaya ait değil. Hatta belki de hiç var olmadı. Özgürlük tanımlanırken bile, başkasının haklarına karıştığı yerde biten bir durum. Öyleyse kimin hakkı nereye kadar ve ben neden kısıtlanıyorum? Seçim zannettiğimiz her şey yine bize sunulanlar üzerinden. Eğer ki ben farklı bir alternatif getiriyorsam bu sefer de başkaları için yine dikte edilecek bir fikir ya da obje. Sonuçta bir şekilde var edilmişleri seçmek zorundayız. Seçmemek de bir özgürlük değil. Bu sefer de ihtiyaç duyduğun şeyden mahrum bırakıyorsun kendini. Kısacası özgür irade denen ifade safsatadan ibaret. Bir yanılgı ve aldatmaca. Zaten yaşamla sınırlandırılmışız ve ölüme mahkumuz. İstesek de istemesek de birinin evladı, bir yerin vatandaşı, bir dinin mensubu olarak doğuyoruz. Rengimiz, ırkımız, dilimiz, cinsimiz önceden belirleniyor. Ve biz itirazsız kabulleniyor, kabullenmekle de kalmayıp bunlar için savaşıyoruz. Halbuki başka varyasyonlarla da doğabilirdik. Bunu düşünsek bile nedense umursamıyoruz. Kimi kendince başkaldırıp, cinsiyetini, görüntüsünü, dilini, kültürünü, takımını, mahallesini, dinini...değiştiriyor. Komik değil mi? Bence komik. Ha o olmuş, ha bu olmuş neden bu kadar önemli? Çünkü insan doğuştan köle ruhlu ve köleler ona dikte edilen şeye boyun eğmeye zorunludur. İnsan gerçekten çamurdan yaratılmış olmalı. Şekilden şekle girebilen, genişleyip küçülebilen, eğilip bükülebildiği gibi yeterince su katılmazsa çatlayıp kuruyabilen bir çamur. O çamur ki içinde türlü türlü zenginlik ve farklı yaşamlar barındırır. O çamur ki balçık olup seni sımsıkı boğar ve o çamur ki kaya gibi sert olup türlü türlü silaha dönüşür.

İnsan insanın kölesi olmamalı der, inandığım şey. Hatta hiçbir şeyin. İnsan neye boyun eğer? Tabi ki güce. Hastalanırsın, hastalığa boyun eğer sürünürsün. Fakir olursun, fakirlik sana sefilce şeyler yaptırır. Zenginsindir, para seni tanınmaz hallere sokar. Sağlığında, gücünle gözlerin kamaşır ve isteyerek ya da istemeyerek nice mahlukata zarar verirsin. Güzellik sana nasıl boyun eğdirir ve de çirkinlik. Korku ve acı, en büyük efendilerdendir seni maymuna çevirir. Tutkular desen anlatmaya bile lüzum yok. Bilgi bile korkunun gücüyle yarışır, hatta kimi zaman geçer. Sevgi, nefret, öfke, kin, kıskançlık ve daha niceleri...seni sarmalayan ne çok  zincir! İnsanın kafa yormadığı ne çok efendisi var. Halbuki insan, kendini onların efendisi olduğunu zanneder. Yanılgılar dünyasıdır bu evren. Hep dünde yaşıyoruz, yarınımız yok. Dünya ve dünün kökeni aynı biliyor muydun? İkisi de aşağı, alt demek. Kelimeler puzzle'ın parçaları gibi birleştiklerinde resim ortaya çıkıyor. Hep dündeyiz hep aşağıda, hep dünyaya yollanan. Burada özgürlük yok, o yarında... Peki yarın ne demek bilir misin? Işımak ve aydınlanmak!'

Çılgınımı en son Sokrates bu kadar heyecanlandırmıştı. Aynı onun gibi her şeyin özünü merak ediyordu, çıkış noktasını, suyun kaynağını. O kaynağın nerede kirlendiğini ve tanınmayacak kadar bozulduğunu bilmek istiyordu. Onu ne kirletmişti, neden kirletmişti? İlk hali nasıldı? Bu sorular etrafında seyyah gibi dönüyordu kafamın içinde ve beni de rahat bırakmıyordu.

'Sana ne?' diyordum çoğu zaman. 'Seni ne ilgilendiriyor? Bulsan ne olacak sanki? Filozofçuluk mu oynuyorsun kendince? Baksana kimsenin umurunda değil. Senin niye umurunda? Bari beni rahat bırak, çık kafamın içinden. Yeter artık!' diye isyan ediyordum, boşuna olduğunu bilsem bile... Bu özgürlük meselesi iyice dert oldu ona. Bir gün yine evrakalardan birini patlatıverdi.

'Hey kaz kafalı! Düşünsene bir! Eğer insan doğuştan köleyse ve kendini her şeyin kölesi yapmışsa bu çok Tanrılı dinlerin çıkış noktasını göstermez mi bize?' diye sordu ansızın.

'Ne? Nasıl yani?' diye ebleh ebleh bakakaldım, sıfatımı hak eder biçimde.

'Ya bir kere de tek seferinde anlasana! Bak şimdi! Her şeye kölesin. Köle olan ne yapar? Boyun eğer, korkar, ihtiyaç sahibidir, gücü yoktur, af diler, yapamadığı şeyler için yalvarır vs vs. Dolayısıyla, geride kalanlar birer Tanrıya dönüşür. Bilgelik Tanrısı, Aşk Tanrısı, Denizler Tanrısı, Rüzgar Tanrısı, Atların Tanrısı, Orman Tanrısı...binlerce Tanrı. Artık hangisini güç olarak düşünmüşlerse Tanrılaştırmışlar, yalvarmışlar, tapınaklar yapmışlar. Yani köle olduklarını kabullenmişler, güçlerinin yetmediğini kanıksamışlar ve alayına boyun eğmişler. Bugün neden insanların çoğu inançsız olduğunu söylüyor? Çünkü gücünün her şeye yettiğine inanıyor. Aklının gücüne tapıyor sadece ve sadece ona boyun eğiyor. Aklı, bilime boyun eğiyor, teknolojiye boyun eğiyor, tıbba boyun eğiyor, sanata boyun eğiyor, kendi egosuna boyun eğiyor... Kısacası adı artık Tanrı olmayan güçleri benimsiyor. Sadece zaman değişikliğiyle ad değişmiş, özü değişmemiş. Günümüzün inançsız olduğunu iddia eden insanının tapınakları ve ritüelleri yok bir tek. Gerisi aynı değil mi sence de? İnanç sahipleri zaten kul ama neye kul? Düşünceme göre büyük çoğunluğu insana ve bu sayısız güce kul. Köle olmanın şartı, gücün daha büyük durumdaki güce boyun eğmesidir. Peki insanın bu kadar güç karşısında liderliği ele alması mümkün mü? İnsan zekasının sınırları nereye kadar? Bak! Bu cümlede bile sınır var. Sınırları aşsan, geride ne var? Sonsuzluktan bahsediliyor. Sonsuzluk, sınırsızlık mı yoksa sonsuz yenilenme mi?'

Bu cümleden sonra bir sessizlik çöktü. Tıpkı elektriğin düğmesi kapatılınca kesilen enerji gibi, kesildi cümleler...Dinlenmem için bulunmaz fırsattı. Hiç ses etmeden sakince beklemeye başladım onu... sessizliğin keyfini çıkararak.

Devam edecek...