14 Aralık 2022 Çarşamba

Olasılıklar, Reenkarnasyon, Paralel Evrenler ve Adem

Platon evreninde bulunan idealar, gerçekliğin kendisidir ve biriciktir. Her ideanın olması gerektiği halidir. İnsan dediğimiz vakit, neye insan denir sorusunun cevabıdır. Tümeldir, tüzel değildir.

Reenkarnasyon düşüncesinde bir ruh ideal haline gelmek için bir bedenden diğerine geçer.

Paralel evrenler teorisinde ise farklı alternatif yaşamlardan söz edilir. Olasılık denilen şey bu kavramda düşünülebilir.

Platon'un ideasından başlayacak olursak ve buradan dine atıf yaparsak, yaratılmış olan ilk insanı ilk idea olarak düşünebiliriz. Bu ilk ideanın dünyadaki varyasyonları, sonsuz olasılıklar ve deneyimler yaşıyor olabilir. Matematik işlemlerinin başlangıç ve sonuç arasında birçok işlem ve denklemle çözülmesi gibi. Bir bebek olarak doğup, çeşitli bedenlere bürünüp, çeşitli değişimler geçirip ölmemiz gibi. 

Kısacası Adem'in karşılaştığı bir sorunun, sayısız çözüm aşaması olabiliriz. Bireyler farklı gibi görünse de her biri Adem'in bir parçası. Teklik içindeki çokluk, çokluğu kapsayan tekliğiz. Reenkarne inancı da Adem'in her bir bedende yeniden dirilişi olamaz mı? Kuran, ruh hakkında çok az bilgi verilmiştir insana der. Yine de insan düşünmeden edemez. Çünkü hiç düşünmez misiniz der yine Kuran. Bilgiler arasındaki bağlantılardan yola çıkan acabalarla ilerleyen yolculuk yeni keşifler sunar. Adem'in yolculuğu keşfedilmeyen bir yol kalana kadardır kim bilir. Bu paramparça olmuşluk bütün hale geldiğinde her şey anlaşılacaktır belki de...

11 Aralık 2022 Pazar

Yerim Dar!

Şikayet, hayat kurtarır! 

İnsanlar, hayatlarının hangi aşamasında olursa olsun bahanelere sığınır. Sebebi, yetersizliklerini kabullenememek, görmek istememek ve eleştiriye maruz kalmaktan korkmaktır. Ne mutlu ki yaşam bu bahaneleri onlara doyasıya verir. Kimse her şeye sahip değildir! İnsanlar için büyük lütuf!

İnsan doğduğu andan itibaren yaptığı minicik, önemsiz, çaba istemez gibi görünen nice şeylerle başlar oyuna. O küçücük şeyler başlangıçta mucize gibi gelir. Bir çocuğun ilk gülücüğü, ağzından çıkan ilk kelime, ilk etrafında dönüşü, ilk emekleme, ilk yürüyüş, ilk cümle, ilk çizim, ilk şarkı söyleme, ilk sınav...sınırsız ilkler muhteşemdir. Göz kamaştırır, büyüler insanı. Derken bu büyü, insanın çıkması gereken basamağa basmamasıyla bozulur. Aynı yerde dönüp durması, aynı ritim, aynı tempo her ne kadar ilk seferinde büyülemiş olsa da artık onun yerilmesine dönüşür. Artık küçümsenme zamanıdır. Gel gör ki aynı basamakta ne kadar çok insan varsa kendisinin doğru yerde olduğuna inanır. Üst basamaktaki yanlış yerdedir, gereksizdir. Alttaki ise kendisinin doğruluğunu ispat için vardır.

Arada kalan nice insanın ekmek kapısıdır şikayet. İstediği imkana sahip olamayacağını bilmek içten içe huzur verir. Sırtından bir yükü almış olur. Şikayet; aslında her şeyi yapabilecek güçte olup, o imkanın verilmemesiyle engellendiğinin, suçsuzluğunun ve büyüklüğünün katilidir. Şikayet mevzusu, kişinin mükemmel haline dönüşünün önündeki sınırdır. 

Şikayetin ortadan kaldırılması, büyük zulümdür hazırlıksız insana. Böylece beklentiler başlar ve insanın bu beklentilere kendinden başka verecek bir şeyi kalmaz. Şikayet kalkanını kaybeden kişi her türlü yaralanmaya maruz kalır. Gün kendini gösterme, ayakta durabilme, ileriye gidebilme, hayatta kalabilme ve başka bir şikayet kalkanını bulabilecek hale gelme günüdür...

9 Aralık 2022 Cuma

Sonuna Kadar

'Gelme, git başımdan!' dedi içinden Leyla, dişlerini sıkarken. Vücudu önce depremi andıran ufak sarsıntılara,  sonra daha güçlü  titremelere maruz kaldı. Karnını o kadar çok içine çekmişti ki, kaburgalarının baskısını hissetmesine rağmen, derin bir nefesle bu baskıyı azaltamayacak kadar kendi bedeninin ve zihninin kontrolünü kaybetmişti. Aylar önce nerden geldiğini anlamadığı bu güç musallat olmuş, canı istedikçe Leyla'nın vücudunu suistimal ediyor, zihnini ele geçiriyor ve yine canı istediğinde onu perişan bırakarak terk ediyordu.

Karanlıktan saklanmak için başının tepesine kadar çektiği yorgan, geçirdiği sinir krizinin neden olduğu sıcaklıkla onu iyice bunalttı. Zar zor aldığı nefesi daha da daraldı. Saçları sırılsıklam olmuştu. Nihayet tüm korkusuna rağmen yorganı, ağzı açık kalacak şekilde, aralamak zorunda kaldı.

Derken, kulağının dibinde açık bıraktığı radyoda bir tını dikkatini çekiverdi. Odada birlikte yattığı en büyük halası rahatsız olmasın diye olabildiğince kısmıştı sesini. Öyle kısmıştı ki nerdeyse unutmuştu. Farkına vardığı o ses ile halasının nefesini de duyar oldu. Sonra açık kapıdan gelen dedesinin horlamasını fark etti. Yorganı aralamasıyla içine çektiği serin hava, ciğerlerini rahatlatınca, dengesiz nefes alışları hızlı ama belli bir ritme büründü. Kaburgaları kendi alanına kavuştu. Birden avuçlarının içinde bir sızı hissetti. Tırnakları batmıştı. Parmaklarını gevşetti. Dinlediği şarkının verdiği rahatlık hissiyle gevşeyen vücudu, Leyla'ya müthiş bir yorgunluğu da yanında getirdi. Biraz önce öleceğini düşündürten o duygu, şimdi kendisini terk etmişti. O cesaretle yorganı, yüzünü açık bırakacak şekilde çekti ve kıpırdamaya hali kalmadan öylece yattı.

Akşam haberlerini dinledikten sonra yatan dedesi yüzünden hem kendi hem de halası ışıkları kapatarak uyumaya mecburdu. Dedesi çıkan en ufak bir sesten bile rahatsız oluyor ve kızarak, onları rahat bırakmıyordu. 

'Bu hafta sonu okuldan çıkınca sen doğruca dedenin yanına git. Halanla kalırsınız', demişti annesi. Kalbi sıkışmıştı Leyla'nın. Kusmak istemişti yine de 'Tamam', dedi sadece. Artık annesine öleceğini söylemez olmuştu. Annesi, bir şeyi olmadığını söyleyen kardiyoloğa inanmıştı. 'Geçer!' demişti doktor. 'Korkmayın!' Annesi de korkmadı o günden sonra. 

İstiklal marşı okunur okunmaz, Leyla'nın etrafında kim varsa koşturmaya başlamıştı hafta sonunun heyecanıyla. Havalar iyiden iyiye ısınmış, dallar çiçeğe bürünmüştü. Tam gezme havasıydı. Herkes mutluydu. Leyla ise yavaş adımlarla gitti otobüs durağına. Cadde de inip, Mamak'ın meşhur yokuşlarından birini sündüre sündüre tırmandı. Dedesinin evine geldiğinde kapıyı vurmak için uzattığı eli kasıldı birden. Tam geri dönecekken açıldı kapı. Halası pencereden görmüştü onu. Gülümseyip, sarıldı yeğenine. Leyla da ona gülümsemek zorunda kaldı ve içeri girdi. Oturma odasına geçerken gözü sağ taraftaki kanepeye kaydı. Gitti sol kanepeye oturdu. Başı uğuldadı bir an. Yere, babaannesinin namaz kılarken felç geçirdiği yere baktı. Dedesiyle birlikte zar zor yatırmışlardı kanepeye. O küçücük kadın, nasıl olmuştu da bir kaya kadar ağırlaşmıştı anlamamıştı. Ani bir hareketle kalktı yerinden, mutfağa gidip su içti. O sırada dedesi geldi camiden. Görünce sevindi torununu. Sağ eliyle bastonuna dayanıp, diğer elini uzattı öpmesi için Leyla'nın. Başındaki kalpağını çıkarırken fark etti dedesindeki değişimi. Gözlerinin feri gitmiş, sanki geçmişte kaybolmuş gibi hissettirdi bir an için Leyla'ya. Anlık olan bu duyguyla dedesini daha da yakın gördü kendine, acıdı ona. Bağrına basmak istedi koca adamı. Devasa cüssesine rağmen, küçük bir çocuğa benziyordu artık. Konuşmasa da eski şakalaşmaları kalmasa da birini istiyordu illa yanında ama başka bir yerde de kalmak istemiyordu. Götürüldüğü yerde tansiyonu çıkıyor, ansızın ağlamaya başlıyordu. Sonra geçmişin heybeti aklına gelip utanıyordu gözyaşlarından. Torunlarına, çocuklarına rağmen sığamıyordu eve. Nihayet razı oldu evlatları. Zorlamadılar gelmesi için. 

Saatin kaç olduğundan haberi olmayan Leyla, müziğe kendini kaptırdıkça bir ferahlama duygusu peydah oldu zihnine. 'Aylar geçse de yıllar geçse de ben seni unutamam', diyordu şarkıda.

Perdeleri açık bıraktığı pencereden görünen yıldızlara baktı. Balkonda çay keyfi yaparak ne çok izlerlerdi yıldızları babaanesiyle, ne çok severlerdi sohbet etmeyi, hatırladı yeniden. Babaannesi ona herkesin bir yıldızı olduğundan bahsetmişti. İyi olanların yıldızları daha büyük ve parlaktı. Onlar da gökyüzündeki en parlak olanlardan seçmişlerdi. Baktığı pencereden görünmüyordu kendi yıldızları. Hem ölen kişinin yıldızı da gider demişti babaannesi. Şarkı sözleri bitip, gitarın kendini gösterdiği uzun bir bölüm başlamışken dışarıdan kuş sesleri geldi.

'Hayret! Ezan ne ara okundu?' diye düşündü Leyla. Bilirdi kuşların ezandan sonra hemen uyandığını. Kuşlar, çılgınlar gibi ne konuşurdu o saatte hep merak ederdi. Cıvıldamaları, karanlığı kesen bir makastı. Birazdan gün ağaracaktı. Dedesinin abdest alışını duydu. 'Sabah oluyor', diye bir iç geçirdi. Geceden kalan tek şarkı bitmeden uyuyakaldı.

30 Ekim 2022 Pazar

Kendini Bil

Bir tavşansan ama aslan olmaya çalışırsan yenilirsin!

Ömrümüz kendimizi aramakla geçer. Neden gözümüzün önünde duran şeyi görmek bu kadar zordur? İçine hapsedilmiş olduğumuz bu beden bizi yanıltıyor olabilir mi? Ruhumuz bir aslan iken bir tavşanın bedeninde zuhur etmek bizim suçumuz mu yoksa bir aslanın bedeninde olup bir tavşanın ruhunu taşımak mı bizim hatamız? Belki de... işte bu belkiler ve zanlar gözümüzün önündeki perdelerdir. Bilgisizlik, en büyük düşmanımız. 

Bundan binlerce yıl öncesinde Antik Yunan Delphi Apollon Tapınağının girişinde bulunan 'Kendini Bil' yazısı Sokretes'i Sokretes yapan düşüncedir. Sonrasında bu yazı Mevlana ile 'Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün' ve günümüze daha yakın bir zamanda da Jung tarafından ' Bir yaşamın ayrıcalığı, gerçekte olduğun kişi olmaktır' sözleriyle devam edecektir. Aklın yolu birdir elbet! Kimsin ile kim olmak istiyorsun arasındaki fark eksi ile artı kadardır. Birinde yok olursun, diğerinde ise varlık bulursun. Kimliğin ve kim olduğun sorusunun cevabı kolay olsaydı, insanlık hala arıyor olmazdı. Bir kaç seçkin hariç, belki de hiç kimse sorunun cevabını bilmiyor. Fakat nasıl olur da bilinmez bir sorunun peşinden koşturabiliriz? Bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi? İşleri biz mi zorlaştırıyoruz yoksa işin kendisi mi zor? Var sayalım ki cevabı bulmayı biz zorlaştırıyoruz ama neden ve nasıl? İnsan bulmak istediği şeyi saklar mı? Günümüz psikanalizinde bilinçaltının kişiye böyle durumlar yaşattığı söyleniyor. Amaç, korunmak! Neyden? Kendinden mi? Bizde olan nedir ki bundan kaçıyor, sonra da tekrar onu bulmaya çalışıyoruz? Bunu bulmak derine inmeyi gerektiriyor ve derine inebilecek kişi sayısı, işin acısından ötürü az. Kendinle yüzleşebilmek, gerçek benliğini kabul edebilmek, kendini sevebilmek bu kadar zor olmasa binlerce yıldır, basit ama bir o kadar bilgece olan bu sözler yeniden bir kavrayışla önümüze serilmezdi. 

Antik zamanda tiyatro ile sağlanan ve katarsis denen duygu sağaltımı günümüzde de psikologlar (psikanalistler) tarafından yapılmaya devam ediyor. Felsefe (metafizik), var oluşundan itibaren insanın ait olduğu yeri bulmaya çalışıyor. İlahiyat (kelam), insan ile yaratıcısının bağlantısını kurarak gerçeğe ulaşmak istiyor. İnsanın yalanlardan sıyrılması! İster kendimize söylediğimiz, isterse öğretilmiş olsun! Gerçeği bulmak bir anda olsa işin eğlencesini kaçırırdık belki kim bilir. Hayat saklambaca benziyor olamaz mı? Kimi zaman karanlıkta, kimi zaman en kuytuda, kimi zaman yanı başında olan hakikati bulup çıkarmak oyun oynamak isteyenler içindir. Yenilmeye tahammülü olmayan bir çocuktan, yenilgilerden ders çıkaracak bir yetişkinliğe geçiş hem idrak hem ortam hem de gerçekte kim olduğunla ilgilidir. Sarmal içinde sarmaldan oluşmuş perdeler. Sarmallardan teker teker kurtulmalı, kurtulmak için istemeli, isterken sabredilmeli. Tıpkı bedeninin toprağa, başta sana ait olmayan eklentilerden sıyrılıp kavuşması gibi, aklının, düşüncelerinin de arınıp sana ait olana kavuşması gerekir.

Ve bu oyun her zaman tek kişiliktir. Hakikati bulan kişiden yardım istesek ve o da yardım etmeye çalışsa bile o gerçekliği hazmedecek olan kişinin kendisidir. Tarihe baktığımızda benzer olayların tekrarlanışı, hatalardan ders alınmadığından değil, her bireyin, her toplumun, her dönemin tıpkı Sisifos'un tepeye sürüklediği kayanın tekrar tekrar en başa düşmesi gibi yapmakla yükümlü olduğu kendi arayışıdır. 'Yoksa siz sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?' ayeti mealini bu yönde neden anlamayalım? Ağızdan giren yiyecek nasıl ki mideden geçmeden bağırsağa, ince bağırsaktan kana karışamaz ve kana karışmış olan şey ile ağıza giren ilk şey aynı değildir hakikatin görülmesiyle idraki de aynı olamaz. Özümsemek kişiye hastır ve zihinde oluşan bu bilgi dile dökülmeye geldiğinde, kan olmuş yiyeceğin tekrar ağza giren ilk haline dönüşememesine benzer. Ağız dolusu farklı bir çok yiyeceğin kanda bir bütün oluşturmasını tekrar ayrıştıramazsın. Bu durumda ne, ne kadar, ne zaman yediğin önemlidir. Bilge kişiden alabileceğin tek ders yiyecek hakkındaki bilgidir. Bilinç bununla başlar.  Güneş her gün doğar ama senin için güneş, sen gördüğünde doğmuş olur.

27 Ekim 2022 Perşembe

İkilem

Ne doğmayı, ne ölmeyi ben istiyorum. 

Doğmayı istememiş olsan da şöyle yapsaydım/yaparsam daha çok yaşardım/yaşarım diyebilmek; istekler, olanaklar ve belki de dilin bir aldatmacası.

Hadi diyelim ki bir zaman geldi ve cinsiyetim doğmadan belirlendi ama ben tarafından değil. Sonrasında da hadi ki ben değiştirmiş olayım, ne fark eder?

Savaş çıksa, salgın olsa, kıtlık gelse ve yaşamım kısalsa nasıl uzatabilirim?

Yaşamayı istediğim yüzyıl benimle mi ilgili? Yaşadığım dönemin gereklilikleri, mecburiyetleri beni kim yapar?

Hadi de ki evleneceğim yaşı, kişiyi, seçtiğim kişiden olacak çocuğu ben seçiyorum. Gerçekten öyle mi? Ya başka bir kıtada doğsaydım ya başka bir cinsiyette... Yine aynı şeyi söyleyebilir miyim?

İçinde doğduğum inanç, kültür... Peki ya bunlara ne demeli? Ya mağara devrinde doğsaydım ya Nuh tufanından biraz önce? Ya okumayı bilmeseydim, hadi okumayı geçtim bir köle olarak doğsaydım ne olacaktı? Yine de düşünebilecek miydim sadece yaşama güdüsüyle boynunda bir zincir, her emre boyun eğmiş bir hayvandan farkım kalmamışken...

Niye bugün? Neden bu ülke, bu ten, bu dil, bu cinsiyet, evlilik, bekarlık, çocukluluk, çocuksuzluk, fakirlik, zenginlik, hastalık, sağlık...Hangi biri benim seçimim ki?

Gücün yetiyorsa nefes alma. Gücün yetiyorsa son bir nefes almaya çalış yaşamını uzat. Gücün yetiyorsa hasta et kendi. Gücün yetiyorsa iyileştir.

Bir örnek, başka bir örneği bulandırıyor sadece. İkilem de tam da burada. Yapabildiğini zannettiğin bir şey ile diğer birini de yaparım sanıyorsun. Fakat nasıl ki son nefesinde bir nefes daha alamıyorsun, nasıl ki doğumun elinde değil, diğerlerinde de güç sen de olabilir mi?

Peki ya dua nedir? 

'De ki; duanız olmasa Rabbim size niye değer versin?'* 

Dua ile nereye kadar gidebilirim, ne isteyebilirim? Korunma mı, ikileme düşmemeyi mi, yanlış anlamadan, gözümün önü kapanmadan, zansız, bilgece yaşamayı mı? Bu ikilem cahillikten mi, yarım bilgiden mi? İkilem gücünü göstereceğin tek yer mi?



*Furkan süresi 77.ayet

7 Eylül 2022 Çarşamba

Kardeş

Kardeş nedir? Sadece kan bağı mıdır? Aynı anne babaya sahip olmak, aynı genleri taşımak, aynı sistemin içinde bir olmak mıdır? Tecrübeyle sabittir ki beş parmağın beşi de nasıl farklıysa, kardeşler de birbirinden o kadar farklı, filozofların değişmenin içinde aradıkları değişmez gibi, farkın içinde aynılıkları olandır ama bu aynılık ne diye sorarsanız bunu filozoflar da bilmez. Kardeş nedir? Aynı köke sahip ağacın farklı dalları mıdır yoksa bir bütünün parçaları mı? Kardeş, sana en yakınken en uzak olabilen mi? Kardeş nedir? Tek güvencen veya tek düşmanın mı Kabil misali... Sırtına bir dayanak veya bir hançer... Kardeşlerin en belirgin özelliği; anne babalarına yaranabilmek için birbirlerini çoğu zaman kıskanırken, ilk arkadaş oluşudur. Farklı kutupların birbirini çekişiyken, aynı kutupların itişine benzer kimi zaman. Kıskançlık, öfke, şefkat ve de sevgi en karmaşık haliyle iç içedir. 'Tüm Müslümanlar kardeştir!' ilkesi aslında ne çok şey anlatır; tarih içerisindeki karmaşayı. Kardeş nedir? Kardeş düşmandır, kardeş dosttur. Kardeş aynı kaynaktan beslenen çok başlı bir yaratıktır.

6 Eylül 2022 Salı

Zaman içinde bir zamanda insan!

Belki çok kısa bir yıldızdan

Belki çok uzun bir hücreden

Hem kısa hem uzun olabilir mi gerçekten zaman?

Kendine ait, kendine göre, gerektiği kadar bir miktar

Her ne lazımsa o kadar

Katman katman zamanlar içinde bir zamandadır insan...

27 Ocak 2022 Perşembe

Aklını Kaçırmak!

 Düşünüyorum. Öyleyse varım. (Descartes)


Aklını kaçırmak nedir?

Aklını kaçırdı

Kim?

O

Neyi kaçırdı?

Aklını

Nasıl?

...

Aklını kaybetti. Aklını yitirdi. Duygularına yenildi

Kedisini kaybetti. Sevgisini kaybetti. Umudunu kaybetti.

Kış etkisini yitirdi. Yitik yıllar. Gençlik, güzellik, güç yitip gitti....

Düşmana yenildi. Oyunda yenildi. Gururuna yenik düştü.

Kaçmak!

Sevgisinden kaçtı. Zulümden kaçtı. Hapisten kaçtı. Sözlerinden kaçtı.

Kaçırmak!

Kızı kaçırdı. Sinekleri kaçırdı. Düşmanı kaçırdı. Keyfini kaçırdı.

Örneklerden anlaşıldığı kadarıyla kaçma eyleminde bir kurtuluş, kaçırma eyleminde ise kovuş söz konusu. Kaçıp giden, istemediği bir durumdan kendi iradesiyle kurtulurken, kovan ise bir takım şiddete ve dayatmaya başvurarak istemediği bir durumdan kurtuluyor. Kaybetmek, nerede olduğunu bilememek; yitirmek, bir vasfın yok oluşu anlamına geliyor. Yenilmek ise gücün elinden alınması manası taşıyor. Dolayısı ile aklını kaybetmek ile aklını kaçırmak aynı anlama gelmiyor.

Bir insan aklını nasıl kaçırır? Başvurduğu yöntemler nelerdir? Yardımcıları kimlerdir?

Öncelikle insanın aklını istememesi gerekir. Güç el değiştirmiş ve akıl, insan mevcudiyetindeki diğer sahipliklere hakimiyetini bu güç ile birlikte yitirmiştir. Kovabilmek için güçlü konumda olunmalıdır. Haliyle insanın diğer iyelikleri gücü ele geçirmiş, bir nevi isyan başlatmıştır. Bunlar korku olabilir, sevgi olabilir, haz, tutku, zan, sanı, kuruntu, endişe, istek, arzu, özlem, acı vs. olabilir. Bunları his-duygu grubu altında adlandırırsak eğer, bunlardan herhangi biri güçlenmelidir ki akıl ile baş edebilsin ve onu yenebilsin. Duguların düşünme yeteneği olmadığından, düzen koyma yetenekleri de olamaz. Denge olmaz, oran olmaz. Aklın bu yöneticilik vasfı istenmediğinde, orantısızlık ortaya çıkar.  Akıl ile his arasında tek bir his başarılı olamaz. Bir veya bir çok his bir diğerini beslediğinde büyür. Bunlar iktidara geldiğinde, yönetimde istikrar olmadığından sürekli değişkenlik gösterir. Tehdit halindeki akıl istenmez. Çünkü akıl, tek başına iktidarlık talep eder. Hislerin, duyguların meydana getirdiği karmaşa kontrolden tamamen çıktığında, akıl yapmakla zorunlu olduğu görevini yapamamaktan dolayı eziyet görmeye başlar. Bu eziyetten kurtulamadığı için de kendini korumak için kaçmaya mecbur kalır. Duygular onu kaçırır. Akıl, duygulara karşı yenilmiş olur yani gücünü kaptırmış olur. İnsan ise sahip olduğu bu yetiyi yitirmiştir.

Peki aklın yardımcısı kimdir? 

Akıl nasıl güçlenir?

Akıl sözlük anlamında düşünme, kavrama, anlama yetisi diye bildirilir. Demek ki düşünmek aklın bir yeteneğidir. Düşünüyorsa düşündüklerine anlam yüklemesi gerekir. Edindiği izlenimleri kendinde bilgi olarak toplar. Bu bilgiler kendi yaşamında bir fayda sağlıyorsa anlam kazanır. Öncelik sırasına konur. Peki aklın duyguya hükmetmesi gerektiği kanısına nasıl varılır? Akıl, bir bilgisayar gibi elindeki verileri toplayıp, bunun sonucunda olasılıkları mı verir? Çölde bulunan bir insanın sahip olduğu yiyeceklere ve yeni yiyeceklere ulaşacağı mesafe ile ortam koşullarını değerlendirip; günlük ancak belli bir miktar yerse hayatta kalabileceğini mi söyler? Açlık duygusuna gem vurmasını mı sağlar böylece? Bu zorluklardan kurtulmuş olan insan bol yiyeceğe kavuştuğunda aklını nasıl dinler? Bu sefer de akıl ona çok yeme der mi? Açlık duygusunu gideren insan yemeye devam ettiğinde aklı 'yeter, dur' dese de akıl dinlenir mi? Dinlenirse neden dinlenir? Akıl ile ilişkimiz fayda zarar ilişkisine dayanıyor gibi. Fayda zarar ilişkisinde de bir oran orantı kuruyor sanki. Az, fazla, çok, eksik gibi kavramlar aklın duyguları yönlendirme şekli. Akıl belirlediği miktarlar doğrultusunda sevgi, acı, hüzün, sanı vs zararsız boyutlarda değerlendiriyor. Miktar aştığında, güç karşı tarafa geçtiği için hüküm olmuyor. Duyguların miktarı nasıl aşıyor, sınır nerede geçiliyor? Sevgi yanına hazzı çağırdığında, haz tutkuyu, tutku kıskançlığı, kıskançlık korkuyu, korku endişeyi, endişe zannı silsile şeklinde devam eden bir çağrımlar oluşturduğunda farklı hisler bir arada karmaşaya neden oluyor olabilir. Bu çağırımlar istem dışı oluyor da olabilir. Mıknatıs gibi. Sadece sevgiye hükmeden akıl, bu karmaşayı ayırmakta zorlanıyordur. Bu aşma medana geldiğinde aklını kullan denir. 

Aklını kullan!

Kim?

Sen.

Duygular akla hükmettiğinde sen duyguların ile baş edebilmek için aklını kullanman gerekiyor. Cümledeki tezatlık, cümlenin yanlış olabileceğini gösteriyor. Doğrusu; dugular sana hükmettiğinde, sen duygulara hükmetmek için aklını kullanıyorsun. Demek ki duygular akla hükmedemez. Peki bana nasıl hükmediyor? Ben bunun farkına nasıl varıyorum? Akıl mı bunu bana söylüyor? Söylese de ben ona niye inanıyorum? Duygular bana hükmettiğinde ne oluyor da benim akla ihtiyacım oluyor? Bana bir zarar veriyor olmalı ki aklımla bunu düzene sokabileyim. Akıl, edindiği verileri değerlendirip bana olasılıkları, çözümleri söylüyor. Aklın güçlenmesi için veriye ihtiyacı var. Veriyi ise düşünerek elde ediyor. Dolayısıyla bilgisayara nasıl veri yüklenerek, çözümler artırılıyorsa, akla da akıl sahibinin yükleme yapması lazım. Ne kadar çok yükleme yaparsan gücün artmış olur. Yüklemeyi kesersen mevcut bilgilerle, gücü artan duygular karşısında başarı şansın azalmış oluyor. Düşünmek, yaşadığın, hissettiğin her türlü deneyimi analiz etmekten geçiyor. Aklın kavrama ve anlama yeteneğinden faydalanmış oluyorsun. Bu bilgi ile öğrenme gerçekleştiriyorsun ve bunlar deneyime dönüşüyor. 

Buradan anlıyorum ki aklın yardımcısı;

aklın sahibidir.