20 Şubat 2021 Cumartesi

Bir Küçük İlham

Çin'de bulunan Terracota savaşçıları ile ilgili belgeseli seyrederken aklıma ilginç bir düşünce gelir gibi oldu ama tam net değildi. Bulanık, henüz olgunlaşmamış, rüyayı anımsamaya çalışır gibi bir histi. Hemen derinlerde saklambaç oynayan Çılgınıma sesleniverdim.

'Hey! Neredesin? Bak ne geldi aklıma!'

'Senin aklına ne gelebilir!' diye güldü benimki. 

'Hep sen mi en olmadık zamanlarda beni rahatsız edeceksin? Bu sefer de sen beni dinle bakalım'.

'Kesin yarım yamalak bir şeydir ama söyle bakalım. Anlaşılan tamamlamamı bekliyorsun'. 

'Şu Terracota savaşçılarının hayret verici benzersiz özelliklerine şaşırıyor arkeolog. Her birinin kulakları bile birbirinden farksızmış. Ne yalan söyleyeyim içimden acaba taşa mı dönüştüler diye mucizevi bir olay düşünmedim değil. Sonra kırık olanların içine baktıklarında ustaların onları elle nasıl şekillendirdikleri anlaşıldı. Gene de böylesine detaylı bir yapım hayret uyandırıcı. Bence her bir askerin modellemesi yapılmış olmalı. Neyse konu bu değil. Bir anda, 'iyi de bu insanların kendi zamanlarında hiçbir değeri yoktu. Harcanacak askerler, kölelerdi. Derken bu durumu anımsatan resimleri düşündüm. Birçok ünlü ressamın çizdikleri; mesela yoksul insanları, dilencileri, hizmetçileri, hastaları, normal patates yiyenleri vs. vs. Yaşamda çoğunluğun yan dönüp bakmayacağı nice durumların sanata dönüştükten sonra bedel ölçülemez hale gelişini... Sebebi neydi ki? Değerli olan yapılan iş miydi ama neden? Çoğu zaman yapan sanatçı bile değersizdi ölene kadar. Diyelim ki yapılan iş değerli. Fakat alındığı modelden daha mı güzel? Daha mı detaylı? Daha mı renkli? Dahası ne? Daha olan, fazla olan, ona bedel katan neydi? Terracota savaşçılarını yapan, yanlarındaki eşsiz silahları nasıl yaptığı bulunmaya çalışılan o sanatçının, zanaatkarın bugün değerli olması nedendi? O gün değil de neden bugün! Bugün de aslında aynı. Baktığın bir manzaranın fotoğrafı kendisinden daha değerli. Kestiğin ağaçların nakışla işlenmiş hali, altında ezdiğin çiçeğin kurusu...' Bunları düşünürken beni esas gıdıklayan his bir görünüp bir kayboluyor. Tam sözcüklere dökülmüyor. Yine de bir kıyısından yakaladığım, bu şimdilik esrarengiz olan düşünceyi anlatmaya çalışacağım. İnsanoğlu dünyada doğdu, burada varlığını sürdürüyor. Burada yaratıldı, buraya gönderildi, artık ne demek istersen. Yaşadığımız türlü türlü anın tarihe dönüşmesiyle bir değer kazanıyor, yaşarken değil de bittiğinde, yazıldığında, okunduğunda. Yaralanan birinin adrenalin salgısı yüzünden acısını hemen fark edemeyip bir süre sonra fark etmesi gibi sanki. Şu an zihnimde yakaladığım durum 'biz mi değerliyiz, yoksa yaptıklarımız mı?' sorusu. Yine de gerilerde başka konular var gibi hissediyorum. 

Biz oluştuk, yapıldık, öyle ya da böyle. Biz bir sanat eseri konumunda mıyız, biz bir resim miyiz? Burada bir tıkanıklık var. Açamıyorum. Ne dersin?' diye sordum şimdiye kadar sözümü ilginç bir şekilde kesmeden sabırla dinleyen Çılgınıma. Onun ilgisini çekmek zordur bilirim. Öyle her kafana estiği soruyu soramazsın, tenezzül etmez. Ondan bir ses gelmesini beklerken aklımdaki soru buydu işte. Tenezzül edilecek bir düşünce mi belirtmiştim yoksa öylesine bir zırvalık mıydı söylediklerim...

Çok da uzun olmayan bir sessizlik anından sonra konuştu zat-ı şahaneleri,

'Seninle dalga geçmeyeceğim. Ne var ki bunun cevabı tam olarak verilemez diye düşünüyorum. Dediğin gibi bu bir düşünce, bir değer yargısı, elle, gözle gözlemleyemezsin. İnsanların kişisel değerlendirmeleri söz konusu. Bir felsefe bu. Felsefede inanç vardır; düşünenin inancı, kendi bilgileri, kendi gözlemleri, kendi değerleri. Düşünenin gördüğü gibi görmesini bekleyemezsin bir başkası için. Felsefesini savunana göre apaçık olan kavram, muhatabı için kapkaranlık olabilir. Hele ki en son söylediğin düşünceler tamamen inanç sistemine giriyor gibi. Sen diyorsun ki yaratılan insanoğlu bir sanat eseri olduğu için mi değerli? Peki diyelim ki böyle. O zaman demez misin ki insanoğlu neyin sanat eseri yani prototipi yani ilk örneği ne, kim?'

O susunca, ben de sustum. Tam demek istediğim bu muydu? Zihnime bir anlık ziyarette bulunan fikir bu muydu? Bilmiyordum. Bilmeme yetecek bilgiye sahip değildim. Buna rağmen kendimi sormaktan alıkoyamıyordum, ' değersiz bir şey ne oluyordu da değer kazanıyordu! Ve kendisi de yapmıyordu bunu. Kendine değersizlik yükleyenlerdi tüm kararları veren. Bir nevi gölgeye aşktı bu. Kendisine tahammül edemediğin varlığın gölgesine, suretine tapınmak. Körün ölüp badem gözlü olmasına benzer bir durum. Şiirin doğması da bundan mıydı? Tahammülsüzlüğü tahammül edilir kılmak için mi? Savaşın hiçbir romantizmi yokken, yaşanırken sonsuz acılar yaşatırken, sonrasında efsaneleşmesi, kutsallaşması ve daha nice anlamlar kazanması... Evet şimdi düşünüyorum da barışa methiyeler dizilmez genelde, mutluluğa, sevgiye, iyi olana. Varsa da zıttı kadar yok. Daha doğrusu onlar tahammül edilemeyen kavramlar değil. Ne demiştim ben; tahammülsüzlüğü tahammül edilir kılmak! Zihnimde benze bir düşünce var. Aklıma Mozart'ın döneminde onun kişiliğindense yaptıklarının sevilmesi. Öyle bir kişilikten çıkan eserler! Kişilik yapıtını etkiliyor mu? Bu durum bilim adamları için de geçerli değil mi? Tesla'nın kişiliği ve eserleri... 

Burada bırakmak iyi olacak düşüncesiyle beni bekleyen Çılgınıma,

'Bilmiyorum. Sadece aklıma geldi işte. O kadar.'

'İyi konu ama', dedi. 'Yine de kendi girdabını doğurur. Çıkış olur mu ben de bilmiyorum.'

'Neyse boş ver. Yemek yapmam lazım. Hadi sen de git başımdan', diye geri kovaladım onu. Başım ağrımıştı. Minicik bir ilham geldiği gibi terk etti beni. Ben de daha fazla üstelemedim. Belki henüz vakti değildi...

18 Şubat 2021 Perşembe

SIR

 Lavaboyu temizlerken, zihninin derinliklerinde şekerleme yapan çılgını sordu ona,

'Neden düzenli temizlik yapmazsın ki! Her zaman tertemiz olacakken kirli halini görmeye bayılıyor gibisin.'

'Sanki huyumu bilmiyorsun. Her seferinde plan yapsam da uygulayamıyorum işte. İçimden gelmiyor. Sonra nedenini bilmediğim ani bir dürtü, hiç olmadık bir zamanda olsa bile beni ertelediğim o işi yapmaya zorluyor. Hem de neredeyse ışık hızında olup bitiyor bu istek. O an yaptım yaptım. Yoksa araya girecek kısacık bir an ile -bir nefes bile olsa- geri gidiyor o kuvvetli his', diye cevap verdi Çılgını'na.

'Garip ama nedenini şu an hissettim galiba', dedi Çılgını. ' Sen temizliğin gerçek zevkini almak için yeterince kirlenmeyi bekliyorsun'.

'Ne!?' diye afalladı Çılgınının bu çıkarımına.

'Evet, evet kesinikle şu an düşününce oturuyor bazı şeyler aslında. Neden deli bir at gibi koştururken, yaptığın işe sanki hiç vazgeçmeyecek bir aşkla sarılırken, bir anda tembel bir kaplumbağaya dönüşüp bir daha eline hiç almayacakmışsın gibi davrandığını anlar gibiyim. Sen her işte aşkı ve tutkuyu dibine kadar hissetmek istiyorsun'.

Dudaklarında zorla tuttuğu kıkırdamalar ani bir kahkaha çığlığına büründü Çılgınının bu son yorumu karşısında. Nefesi kesilene kadar güldü, gözünden yaş gelene kadar güldü. Kendisiyle alay edilen Çılgın bu durumu hazmedemeyerek,

'Kafasızsın sen zaten. Anlamamana şaşırmadım. Ben de olmasam ne işe yararsın sen. Budala!' diye hıncını ondan çıkartmaya çalıştıysa da devam eden tepki karşısında başarılı olamadı. Baktı ki olmayacak, sakin bir şekilde,

'Bak! Buraya nereden geldiysek oraya gidelim madem. Sen neden düzenli aralıklarla daha doğrusu daha kısa aralıklarla temizlik yapmıyorsun? Neden artık iş zıvanadan çıkmak üzereyken hatta belki çıkmışken işe koyuluyorsun? Sen, hep tembel olduğunu düşündün şimdiye kadar. Eğer bir misafir gelecek olup da seni harekete geçirmeyecekse, kendini mecbur hissettiğin tek durum, artık ona katlanamayacak bir hale gelmen oldu. Yine düşün! Temizlik yaptıktan sonra ne kadar mutlu olduğunu bir düşün. Duyduğun o haz nasıl da seni arınmışlık hissine sokuyor, seni nasıl rahatlatıyor. Kirlenmeyen biri temiz olmanın verdiği hissi nasıl bilecek! Tıpkı, tok olanın aç olmayı, zengin olanın fakir olmayı, bilgisiz olanın bilgili olmayı, merhametsiz olanın merhametli olmayı -daha birçok örnekle sıralayabileceğimiz gibi- bilemeyeceği ya da bildiğini zannettiği gibi. Ne kadar açsan yediğin her şey o kadar lezzetlidir. Sürekli yersen aç kalmazsın. Aç kalmayınca, yediğin her şey sıradanlaşır, önemini yitirir, hazzı kaybolur, kıymeti kalmaz. Bir süre sonra da değerli olan, senin hayatta kalmanı sağlayan o yiyeceğe karşı kibirli olmaya başlarsın. Sanki o sana muhtaç ve sen ona lütfediyor olursun. Neye sahipsen ve sahip olduğun o şey hayatında hep yanındaysa sonuç aynı olur. Sen ise bu sonuca ulaşmamak için araya mesafe koyuyor, kendi kendine bir özlem doğuruyor, onun öneminin kaybolmamasını sağlıyorsun. Amacın bir şeyi tamamlamaktan ziyade onu olabildiğince uzun ve bu duygular ışığında yaşayabilmek. Bütün konularda yaptığın tamı tamına bu. Öğrenmeye çalıştığın dili senelerdir öğreniyorsun ve hala konuşacak duruma gelmedin. Konuşmaya başladığın an o dil artık gizemini yitirecek ve senin olacak çünkü. Hala oturup da küçük bir öykü bile yazmadın. Yazdığında onun seni terk etmesinden korkuyorsun çünkü. Duygulara hükmettiğin an, onların gizemine sığınamayacaksın ve onlar basitleşmiş olacak. İstediğin o nakışı bitiremedin mesela. Bitirince yapmış olacaksın ve sorumluluklar başlayacak, artık özgür olamayacak, başkalarının isteklerinin esiri haline geleceksin. Beklentiler senin tutkularını, haz duygunu öldürecek. Düşün! Sen bir şeyi tam yapmak için hazırlandığında, tam da o anda o şeyi senden istediklerinde ne kadar sinirlendiğini hatırla. Halbuki sen kendin yapacakken gayet mutluluk verecek olan aynı iş, bir başkası tarafından istendiğinde nasıl da eziyet veriyor. Sen yarım kalmamışsın, bile isteye kendini yarım bırakmışsın ve sadece özgür olabilmek için yapmışsın bunu. Kimseye boyun eğmemek için, istekleri altında ezilmemek için'. 

Nefes nefese konuşan Çılgın o anda durdu birden. Birkaç nefes aldı ve neredeyse duyulmayan bir ses tonuyla,

'Hm, o kadar da Budala değilmişsin anlaşılan. Sadece kimseler bulamasın diye çok derinlere saklamışsın bu sırrı, ta ki kendin de bulamayana dek', diye cümlesini bitirirken uzun bir süre bu düşünceye dalıp sessizleşti. Tezini biraz daha mayalamak istiyordu.

'Budala mıyım, değil miyim bilmiyorum ama sen gerçek bir çılgınsın', dedi başını iki yana sakince sallayarak. Dudağını büküp, sol kaşını kaldırdı ve elindeki beze baktı bir an. Sonra derin bir nefes alarak lavaboyu temizlemeye devam etti.

5 Şubat 2021 Cuma

Güç Kölesi

Gücün kimde olduğu meselesi belki de dünyadaki en önemli mesele olabir. Bir tarafta vicdanı körelmiş kişi, diğer yanda içindeki sesi hala dinleyebilecek kulaklara sahip biri... 

2 Şubat 2021 Salı

Anne Oldum

Dün yarımdım ne oldu

Bugün tam mı oldum?

Dün bihaber iken bilinmezden

Bugün bilir mi oldum?

Neydi eksikleri tamamlayan,

Bir garip rüya sanki.

Gerçek mi yalan mı düş mü bilmem 

Ne ara anne oldum?