29 Aralık 2013 Pazar

Yasak Bölge - Tanışma - Bölüm 6

'Usta! Eğer bir kişiyi bile korumaktan acizsem, evrenin hakimiyetini ve koruyuculuğunu nasıl talep edebilirim? Sence ben o kadar aciz miyim?'

Ka'ma'nın sorusu oldukça tehditkardı. Adeta burnundan soluyordu. Bu görüntüye tanık olan Ela, Ka'ma ile karşılaştığı andan itibaren ondan ilk kez korktu. Soru üzerine Usta Da'la tüm yetisini kullandı.

'Prensim! Size yalan söylemeyeceğimi bilirsiniz. Sizi uyarmak benim başlıca vazifem. Tüm bunları bir kenara bıraksak bile, elimde büyüdünüz. Henüz politik savaşlar için yeterli deneyiminiz yok. İleride anlayacaksınız ki, bazen çoğunluğun iyiliği için üzücü kayıplar gerekir.'

'Yeter! Daha fazla duymak istemiyorum. Bütün sorumluluk bana ait. Kız korumam altında olacak.' Ka'ma'nın son sözleri itiraza mahal vermiyordu.

Ka'ma, Ela'ya kaygılı gözlerle baktı. Ela'nın sorgu dolu bakışlarına nasıl cevap vermesi gerektiğini düşünerek onun yanına gitti. Tüm olanların cevabını verecek kişinin ne söyleyeceği Ela'yı korkutuyordu. Öğrenmek isteyip istemediğine kararsız gibiydi. Her ne olmuşsa iyi şeylerin olmadığı aşikardı.

'Nasıl hissediyorsun?' diyerek söze başlayan Ka'ma oldu.

'Canım çok yanıyor.'

'Avcılar sanırım o küçük geyiğin peşindeydi. Çok ağır yaralandın. Seni getirmeye mecbur kaldım.'

'Neden benim yüzümden tartışıyorsunuz? Sorun ne? Neden Dünya'ya dönemiyorum?'

'Bunları sonra konuşuruz. Birazdan her şey düzelecek. İyi olacaksın.'

Ela, Ka'ma'nın elini tuttu. Ka'ma, Ela'nın itiraz edeceğini anlamıştı ve bu itiraza izin vermedi.

'Yaran ölümcül. Kendini yorarak enerjini boşa tüketmemelisin.'

Ela, karşı koymadı. İstese de yapamazdı. Kendini çok yorgun hissediyordu. Ka'ma'nın elini yavaşça bıraktı ve durumuna teslim oldu. O sırada, modül ile uğraşan asistanlardan bir tanesi Ka'ma'ya yaklaşarak,

'Prensim, modül hazır. Emrinizle başlayabiliriz', dedi. Onayı alan asistan Ela'yı modüle taşıdı.

Ela, modüle girdiğinde ansızın bir korkuya kapıldı. Uzayın derinliklerinde, tanımadığı kişilerce olmak onu huzursuz etmişti. Daha önceleri hissettiği yalnızlığın, şu anki hissettiklerinin yanında bir hiç olduğunu anlamasıyla kalbinde güçlü bir sızı hissetti. Bu his, istemsiz şekilde öksürmesine neden oldu. Ciğerindeki yara patladı ve ağzından kan geldi. Ela'nın tüm verileri ciddi bir şeylerin sinyalini veriyordu. Asistanlar ellerini çabuk tutarak modülü çalıştırdıklarında Ela can çekişerek kendinden geçti.

Ela, modülde beklenenden fazla kalmıştı. Ka'ma asistana,

'Neler oluyor? Neden bu kadar uzun sürdü?' diye sordu.

'Prensim, insan anatomisi oldukça güçsüz ve zayıf. Fazla enerji uygulayamıyoruz.'

Konuşmaları dinleyen Usta Da'la, Ka'ma'ya yaklaşarak,

'Prensim, Komuton Toron kızı bulabilmek için  Dünyalılar hakkında detaylı bilgiler edinecektir. Kızın dış görünüşünde bazı değişiklikler yapmalıyız. Ayrıca ses sistemini de ona yerleştirmemiz gerekli', dedi.

Ka'ma, Ustasının tekrardan kendisine yardım etmesine memnun olmuştu. Onsuz işinin çok zor olacağını biliyordu.

'Haklısın', dedi ve asistana yönelip gerekli talimatları verdi.

Ela, gözlerini açtığında huzurlu ve uzun bir uykudan uyanmış gibi gerindi. Kendini dinlenmiş ve iyi hissediyordu. Birkaç esnemeden sonra yattığı yerden kalkarak oturdu. Üzerinden atamadığı garip bir uyuşukluk, zihnini toparlamasına izin vermeyerek sersemlemiş bir hal almasına neden oluyordu. Kalkmaya çalışınca başı döndü ve olduğu yere bıraktı kendini. Birden bir yorgunluk çöktü üzerine ve uzandı tekrardan. Etrafına göz  atınca hiçbir şey zihninde çağrışım yapmadı. Sanki beyni koskocaman bir boşluktan ibaretti. Gerildiğini hissedebiliyordu. Ellerini saçlarına götürerek çekiştirmeye başladı. Hatırlayamamak, korkunçtu. Zincirleme reaksiyona sebep olan bu durum çığlıklarla son buldu.

Çığlığı duyan asistanlar, Ela'nın odasına doluşarak onu sakinleştirmeye çalışırken arkadan tanıdık bir ses durmalarını emretti. Asistanlar emirle birlikte dışarı çıktılar. Ela yattığı yerden gelen kişiye baktı. Ses, kendisini bir nebze de olsa sakinleştirmişti. Fakat gözleri onu tanımasına yetti.

'Ka'ma!' dedi şaşırmış bir şekilde.

Ela'nın yanı başına yaklaşan Ka'ma Ela'nın elini tutarak,

'Sakin ol' Birazdan her şeyi hatırlayacaksın', dedi.

Birkaç dakikalık sessizlikte Ela, yeniden her şeyi hatırladı. Hissettiği o dayanılmaz yalnızlık hissini de. Fakat Ka'ma'ya bakmak bu hissi yok etti birden bire.

'Az önce olanlar çok korkutucuydu', dedi.

'Tedavinin yan etkisi. Anatominiz çok kırılgan olduğu için fazla güç uygulanmadı. Yine de vücudun tepki verdi.'

Ela anlamış bir şekilde başını öne eğdi. Bu kadar zayıf olduğunu öğrenmek çaresizliğini arttırdı.

'Konuşulanları duydum. Neden geri dönemiyorum?'

'Dünya'ya ve yeni keşfedilen gezegenlere giriş yapmak yasak da ondan. Bak! Evrende iki büyük galaksi grubu var ve bunlar yüzyıllardır savaş içindeydi. Yapılan son anlaşma gereğince yaşam barındıran, yeni keşfedilmiş hiçbir gezegene giriş yapılmayacaktı. Eğer hangi taraf bu ihlali bozarsa, diğer taraf gezegen üzerinde hak iddia edebilecekti. Yani, eğer benim Dünya'da olduğum ispatlansaydı, gezegenin istila edilecekti. Fakat, Dünya hala tehlike altında. Çünkü sen buradasın. Sen ispatın ta kendisisin. Şimdi anlıyor musun?'

Ela ne diyeceğini bilemedi. Kafası allak bullak olmuştu ve kendini esir gibi hissediyordu. O kadar zavallı bir durum içerisindeydi ki kızmaya bile yeltenemiyordu. Karşısındaki kişinin dost mu düşman mı olduğunu bilemeden baktı yüzüne. Kendine güven veren o masum gözler, şu an tehditkardı. Ka'ma, kendisinin neler hissettiğini anlamış gibi,

'Ben Dünya'nı bu anlaşma yapıldığından itibaren koruyorum. Bizlere kısaca Koruyucular deniyor, İstilacılardan koruduğumuz için. Seni geri göndermenin bir yolunu mutlaka bulacağım. O zamana kadar bana yardımcı olmalısın.'

Ela'nın yüzünde acı bir tebessüm oluştu. Beyninde, evden en son çıkarken çarptığı kapının sesi ve 'gidiyorum' sözcüğü yankılandı.


8 Aralık 2013 Pazar

Yasak Bölge - Tanışma - Bölüm 5

'Gidiyorum!' diyerek hışımla kapıyı açtı Ela.

İçindeki yalnızlık ve kimsesizlik duygusu ayyuka çıkmıştı bir kez daha. Bastırmaya ve unutmaya çalıştıkça alttan alta kaynayan bu his, bir gün onu yeyip bitirecekti. Kapıyı arkasından kapatmadan önce bir kaç saniye boyunca bir cevap, bir ses, bir itiraz gelir mi diyerek bekledi. Fakat nafile, yine aynı sessizlik cevap verdi kendisine. Kapıyı aynı hışımla sert bir şekilde kapattı. Kapıdan çıkan ses beyninde uğuldadı. Uğultu, nefesini kesti. Nefes almak için cebelleşirken ter içinde uyandı.

Ela gözlerini açtığında etrafı net göremedi. Kalkmak için yaptığı hamle, sırtında nefesini yeniden kesen bir acıya neden oldu. Acıyla irkilen Ela neler olduğunu anlayamayıp, panik içinde düşünmeye başladı. Neredeydi?! Burada ne işi vardı? Kafasını, canı bir kez daha yanacak korkusuyla yavaşça sağa çevirince bir grup silüet gördü. Beynindeki uğultunun sebebi onlardan gelen gürültüydü. Henüz ne konuştuklarını net bir şekilde algılayamadığı için, gelen sesler beyninde yankılanıyordu. Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde devasa bir karanlık, kendisini içine çekmek ister gibi tehditkardı. Ela gözlerini kısarak onun ne olduğu hakkında bir fikir yürütmeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadı. Başı çok ağrıyordu ve gözlerindeki pus sinirlerini bozuyordu. Gerginliğine bir son vermek için hafızasını yokladı. Bilmediği bu yere nasıl gelmiş olabileceğini düşündü.Gözlerini kapatınca kamp yerini hatırladı. Ardından irkilerek uyanmasına neden olan ses ve devamındakiler, film şeridi şeklinde zihninde can buldu.

'Ka'ma!' dedi fısıltıyla. En son görüntü, Ka'ma'nın mavi gözleriydi.

Ela, telaşla kafasını devasa karanlığa çevirdi. Gözlerindeki pusun azalmaya başlamasıyla yıldızları daha net görebiliyordu şimdi.

'Hayır!' dedi Ela inanamaz bir şekilde. Başını yutkunarak diğer tarafa çevirirken, tanıdık birini göreceğinden emindi ve Ka'ma'yı diğerlerinin arasından kolaylıkla ayırabildi. Gözlerindeki sis perdesi geçmesine rağmen başı hala ağrıyordu Ela'nın. Yaptığı en ufak bir hareket, nefesinin kesilmesine neden olduğu için, Ka'ma'ya seslenmeye yeltense de vazgeçmek zorunda kaldı.

Ela dikkatlice baktığı zaman Ka'ma'yı oldukça huzursuz gördü. Yüzündeki ciddiyet kötü bir şeylerin habercisiydi sanki. Etrafında bulunan beş kişinin tavırları, Ona ne kadar saygı duyduklarını gösteriyordu. Fakat içlerinden en yaşlısı olduğu anlaşılan kişi, saygının yanı sıra belli ki onun üzerinde hükme de sahipti. Ela kendini konuşulanlara odaklayınca anlayabildiğini fark etti. Bu durum onun için şaşırtıcı sayılmazdı. Ne de olsa Ka'ma ile rahatça konuşmuşlardı. Ela, yaşlı olan kişinin surat ifadesinden anlaşılmasa da ses tonundan Ka'ma'ya sinirli olduğunu sezinledi. Yaşlı kişi,

'Prensim, Başkomutan Toron'un adamları çoktan devriyeleri sıklaştırmışlardır. Şu an Dünya'ya ikinci bir giriş yapmamız söz konusu olamaz. Size yalvarıyorum, bu sefer sağ duyulu davranın. Komutan Toron, size bu tuzağı hazırlarken, nasıl bir tepki göstereceğinizi çok iyi biliyordu. Sizi en zayıf tarafınızdan yakalayarak neredeyse başarıya ulaşacaktı. Eğer Dünyalı kız şans eseri size yardımcı olmasaydı belki de şu anda siz hayatta olmayacak, üstelik Dünya da Komutan Toron'un olacaktı. Bizler de anlaşmayı alenen bozduğumuz için onursuzlukla suçlanacaktık. Bunu düşündünüz mü hiç? Ekselanslarını düşündünüz mü? Hem evlat acısı çekecek hem onuru zedelenecek, yetmezmiş gibi galaksimiz veliahtsız kaldığı için büyük bir politik kaosla yüzleşecekti. Bütün bunlar hiç aklınıza geldi mi?' dedi olanca sakinliğiyle.

Prens Ka'ma sinirlerine hakim olabilmek için çabalıyordu. Ellerini alnında gezdirip derinden bir nefes aldı. Ka'ma'nın sesinin çıkmaması görülmüş şey değildi. Kendisine akıl verebilecek yegane kişi olan Usta Da'la'ya dahi kafa tutan Ka'ma'dan, şimdi tek bir itiraz bile gelmiyordu. Prens, çaresizliğini gizlemek için gruba sırtını dönmüştü. Onların yüzlerine bakmak istemiyordu. Hiç birinin, kendisine en ufak bir imada bulunmayacağını bilmesine rağmen, onlara karşı da kendini suçlu hissediyordu. Ne de olsa hepsi de Dünyayı koruma görevine başladığı andan itibaren yanındaydı. Kendisine olan sadakatlerini defalarca ispat etmişlerdi. Yaptığı hatayla adamlarını da zor duruma sokmuştu.

Prens'in bir süre dediklerini düşünmesine izin veren Usta Da'la konuşmaya devam etti.

'Prensim, bu sefer ki kayboluşunuzun uzunluğu nedeniyle Ekselansları çok meraklandı. Yaklaşık dört saattir yoksunuz. Bulunduğunuzu kendilerine haber verdik. Fakat yine de bir an önce kendileriyle görüşmelisiniz.'

Prens Ka'ma son sözler üzerine boğazına bir ip dolanmış ve boynunu olabildiğince sıkıyormuş gibi hissetti. Yüzünü gruba dönüp,

'Babama olanlardan bahsedemem. Kızı öğrendiği an onu Galaksiler Arası Büyük Konseye teslim edecektir. Buna izin veremem', dedi kendinden emin bir ifadeyle. Bu fikrinden vazgeçmeyeceği anlaşılıyordu.

Durumu anlayan Usta Da'la itiraz etmedi. Prens Ka'ma ile inatlaşmanın yapacağı en aptalca iş olacağını biliyordu.

O zamana kadar sessiz kalan, Prens'in çocukluktan itibaren yanında olan Yavari Dinosa,

'Prensim, emredin sırrınızı saklayalım. Başkomutan Toron, Dünya'ya giriş yolunu bulduysa biz de buluruz. Kızı gönderene kadar saklayabiliriz', dedi.

Aralarında, tek dişi olduğu anlaşılan Komutan Dilene,

'Prensim, Dinosa doğru söylüyor. Burada sadakati sorgulanacak kimse yok. Emredin yardım edelim' dedi.

Diğerleri de başlarıyla Dilene'ye katıldıklarını onaylayınca Usta Da'la,

'Bu sır deşifre olursa, herkesin ihanetten yargılanacağını hatırlatmama gerek yok sanırım. Fakat daha mühim olanı, eğer Başkomutan Toron kızı bulursa ki şimdiden harekete geçtiğinden eminim, zaferine katkıda bulunmakla kalmayıp, barışı baltalamış olacağız. Bunu göze alabiliyor musunuz?' diyerek mantığını konuşturdu.

Herkes Prens Ka'ma'ya bakarak ondan gelecek cevabı beklemeye başladı. Köşeye sıkışan Ka'ma o an Ela ile göz göze geldi. Tam cevabını verecekken Usta Da'la,

'Bütün bunları gerektirmeyen bir seçenek daha var', dedi.

Ka'ma kaşlarını çatarak Usta Da'la'ya baktı. İçindeki ses duyacağı şeyden memnun olmayacağını söylüyordu. Usta Da'la gözlerini Prens Ka'ma'nın gözlerinden ayırmadan,

'Kızı ortadan kaldırmak' dedi buz gibi bir ses tonuyla.


17 Kasım 2013 Pazar

Yasak Bölge - Tanışma - Bölüm 4

'Komutan Parlov geldi Majesteleri ' dedi Yaver Prens Aber'e.

'Hemen içeri gönderin. Herkes çıksın'.

Komutan Parlov içeri girince sağ dizinin üstünde çömelip, saygıyla başını önüne eğdi.

'Kalk Parlov. Anlat, neler oldu?'

'Prens'im, Büyük Kumandan Toron'un en iyi adamlarından Komutan Komone, Koruna Galaksiler Grubu veliahdını, görevi sırasında Dünya'ya düşürmeyi başardı'.

Haberi duyan Prens Aber'in yüzünde memnuniyetsizliğini belli eden bir ifade oluştu. Bunu fark eden Komutan Parlov,

'Fakat, Prens Ka'ma'yı yakalayamadılar', dedi onu memnun etmek istercesine.

Bu istek yerine geldi ve Prens Aber'i oldukça sevindirdi. Yıllardır diş bilediği Toron'a bu sefer haddini bildirecek olmanın verdiği zevkle,

'Nihayet! Eğer bu fırsatı gerektiği gibi değerlendirebilirsem...' Aklına bir şey gelmiş gibi sözünü tamamlayamadı. Komutan Parlov'a dönüp,

'Komutan Komone nerede? Onu Toron'dan önce bulmalıyız. Acele et Parlov. Bul Onu bana!'

Komutan Parlov son emir üzerine hemen gitmeye koyulurken,

'Ayrıca Ekselanslarıyla görüşme talebimi en kısa zamanda bildir', dedi.

Komutan Parlov, son sözlerini söylerken Prens Aber'in gözlerinde bir ışıltı gördüğünden emindi.

.........

Alaka Galaksiler Grubu Başkomutanı Toron, odasında bulunan devasa camdan uzayın uçsuz bucaksız sonsuzluğunu izlediği sırada kapı çaldı. Yaver,

'Efendim, Komutan Dufo geldi' diyerek Büyük Kumandanın bekleme gerginliğine son verdi.

'İçeri alın'.

Başkomutan Toron'un sağ kolu olan Komutan Dufo, Toron'a saygılarını sunduktan sonra üzgün bir şekilde,

'Efendim, Komutan Komone başarısız oldu', dedi.

Kötü haberlere her zaman hazırlıklı olan Büyük Kumandan, sakinliğini koruyarak cevap vermedi. Bakışlarını hiç ayırmadığı uzaya bakmaya devam etti. Dufo'nun diyeceklerini bitirmediğini anlamıştı. Dufo ise yüzünü göremediği Toron'un ne hissettiğini anlayamıyordu.

'Efendim, bir şey daha var' dedi korkarak. 'Prens Aber durumdan haberdar olmuş. Ekselansları ile görüşme talebini az önce iletti.'

Büyük Kumandan, sıkıntılı bir şekilde gözlerini kapatarak durum değerlendirmesi yaptı. 

Prens Aber, her zaman ki gibi boş durmamıştı. Ekselansları'nın kendisine olan güveni, Prens Aber'i sürekli sinirlendirmiş ve kininin artmasına neden olmuştu. Prens Aber' de en az Toron kadar askeri zekaya sahipti. Fakat, güce olan doyumsuzluğu yüzünden rakibe tahammülü yoktu. Bu yüzden, çocukluğundan beri rakip gördüğü Toron'dan kurtulmak için her fırsatı değerlendirmiş, buna rağmen sürekli başarısız olmuştu. 

Birkaç dakikalık gergin bir sessizlikten sonra,

'Komutan Komone nerede?, diye sordu.

'Duruma hazırlıklı. Mektubu Ekselanslarına iletmek için emirlerinizi bekliyor.'

Büyük Kumandan, 

'Ekselanslarına görüşme talebimi bildirin', dedikten birkaç saniye sonra Komutan Dufo'ya yüzünü dönüp,

'Komutan Komone gerekeni yapsın', emrini verdi.

Komutan Dufo, yüzünü o an görebildiği Büyük Komutan'ın nasıl bir hayal kırıklığına uğradığını anlamış oldu. Başkomutan'ın duygularına gem vurmadaki hakimiyetini bilmesine rağmen, yanında bulunduğu onca seneden sonra içinin nasıl yandığını anlayabiliyordu. Hayatını adadığı ve uğrunda ölecek kadar sevdiği adamın bu denli yıkılmasına çok içerledi. Elinden bir şey gelemiyor olması kendi yetersizliğini yüzüne vurarak sinirlenmesine sebep oldu. İçinde öfke nöbetini sessizce yaşadığı bu saniyelerde kapı çalınarak içeri Yaver girdi.

'Efendim, Komutan Komone'nin ulağından bir pusula geldi' dedi ve elindeki kağıdı Dufo'ya verdi.

Komutan Dufo, nota hızlı bir şekilde göz gezdirirken dudaklarına bir tebessüm yerleşti. Notu okumayı bitirince, Büyük Kumandan Toron'a dönüp,

'Efendim, sanırım şans yüzümüze güldü', dedi ve notu sesli bir şekilde okumaya başladı.

.........

Büyük Kumandan adıyla ün yapmış olan Başkomutan Toron, Alaka Galaksiler Grubunun en büyük lideri Ekselansları Ader'in huzuruna kabul edildiğinde, Büyük Prens Aber'de oradaydı. Başkomutan Toron, her ikisine de saygılarını iletip, konuşma sırasını beklemek için Prens Aber'in yanına geçti. Bir anlığına göz göze geldikleri Prens Aber'in bakışlarından adeta zafer çığlıkları yükseliyordu. Toron'un sakinliği bu sefer Prens Aber'in sinirlerini bozmasını sağlayamamıştı. Aber, mutluydu.

'Başkomutan Toron, Prens Aber, biraz önce çok ilgi çekici şeylerden söz etti. Sanırım senin de bilgin olan şeylerden. Nasıl bir açıklamada bulunacaksın? Büyük anlaşmayı bozmak da ne demek?!' dedi buz gibi bir sesle Ekselansları.

'Hatamı kabul ediyorum Ekselansları. Cezamı çekmeye hazırım.' dedikten sonra tek dizinin üstünde diz çöktü Büyük Kumandan Toron.

Böyle bir itirafı hiç beklemeyen Prens Aber'in gözleri fal taşı gibi açıldı. Toron, onu yine şaşırtmayı başarmıştı. Yine de bu kadar büyük bir suçu kabul etmek delilikten başka bir şey değildi. İlk şaşkınlığı geçer geçmez Toron'un neyin peşinde olabileceğini hızlı bir şekilde düşünmeye başladı. Nerede hata yapmış olabilirdi? Neyi gözden kaçırmıştı? Toron'un en yakın adamı Komutan Komone, Koruna Galaksiler Grubu ile yüzyıllardır süren savaşı sonlandıran anlaşmanın en büyük şartını ihlal etmiş ve anlaşmadan sonra keşfedilmiş bir yere iniş yapmıştı. Bunun sonucunda da Koruna Galaksiler Grubu, Dünya üzerinde hak iddia edebilecekti. Bundan daha büyük nasıl bir suç olabilirdi? 

Prens Aber, Toron'un bunu yaparken ki planını anlayabilmişti. İtinayla hazırlanmış bir tuzakla Koruna'nın tek veliahdı tuzağa düşürülmüştü. Bu tam da Toron'a göre dahiyane bir plandı. Eğer, Prens Ka'ma yakalanmış olsaydı Toron, büyük bir zafer kazanacak ve Dünya'yı Ekselansları Ader'e altın tepside sunacaktı. Fakat, en iyi komutanı başarısız oldu. Büyük bir tehlikeye neden olan Toron'un bu durumdan kurtulması imkansızdı.

Tüm bunları aklından sür'atle geçiren Prens Aber, kaçırdığı bir detay bulamayınca tekrardan rahatladı. Belki de Toron bile durumunun farkına varmış ve kabul etmişti.

Ekselansları Ader,

'Yani anlaşma kuralını ihlal ettiğini kabul ediyorsun, öyle mi?' dedi. Onun bile bunu beklemediği anlaşılıyordu.

'Ekselansları, emrim altındaki bir komutanımın benden habersiz bir iş yapması affedilecek bir durum değil. Ben cezamı çekmeye razıyım. Eğer komutanlarım kendi kafalarına göre  davranmaya başlamışlarsa, bu otoritemin zayıfladığını gösterir. Lütfen, gerekeni yapın', dedi Toron en itaatkar tavrıyla.

Prens Aber'in o an beyninde şimşekler çaktı. Sinirle kapıya bakıp her an gelebilecek olan Parlov'u ümitsizce bekledi. Fakat, beklerken bile bunun nafile olduğunu anlamıştı. Gözlerindeki öfke, mümkün olabilse Toron'un kalbini delebilirdi. Her şeye rağmen soğuk kanlılığını korumak zorunda olan Prens Aber farkında olmadan yumruklarını sıkarken kapıdan Yaver gözüktü. Elinde bir mektupla, Ekselanslarına doğru yaklaştı ve Ekselanslarının yardımcısına verdi.

Yardımcı mektubu açarak sesli bir şekilde okumaya başladı. Prens Aber'in hiddeti artarken Başkomutan Toron, kolay lokma olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

'...... Kendi başıma kalkıştığım bu olayda, Büyük Komutanım Toron'a bir hediye vermek isterken onu utandırdığım için, emrimdeki adamlarımla birlikte bu kıymetsiz hayatlarımızı sunuyor ve affınızı diliyoruz'. Mektubu bitiren yardımcı mektubu Ekselanslarına verdi.

'Büyük bir kayıp', dedi Ekselansları.

Hala dizini üzerinde olan Toron,

'Hatasını onurlu bir şekilde çekmiş. Fakat, bu benim suçumu hafifletmez.'

'O kadar büyütme Toron. Arada bir asiler mutlaka çıkacaktır. Bu herkese bir ders olsun. Sana da! Bundan sonra daha dikkatli olacağından eminim. Büyük bir komutanı kaybetmek senin için yeterince kötü bir ceza.'

Prens Aber,

'Evet, çok büyük bir kayıp. Gerçekten yazık oldu. Fakat, bizi neredeyse yeni bir savaşın eşiğine getirecekti. Gerçi, Başkomutan Toron savaşı özlemiş olmalı. Uzun zaman oldu, öğle değil mi?' diyerek Toron'u kışkırtmak için boşuna çabaladı. 

Büyük Kumandan Toron yerden kendinden emin bir şekilde kalktı. 

'Ekselansları, Komutan Korone ölmeden önce çok önemli bir bilgi gönderdi. Prens Ka'ma Dünya'dan tek başına ayrılmamış'. Bu son sözleri söylerken Prens Ader'e kısa bir anlığına baktı. 



4 Kasım 2013 Pazartesi

Yasak Bölge - Tanışma- Bölüm 3

'Prens mi?!'

Ela, yaralının ölmesini istemiyordu. Fakat son duyduklarından sonra onu kurtarmaya mecbur hissetti kendini.

Düğmeye basalı iki dakika olmuştu. Bu süre, Ela'ya hastalık anları gibi uzun geldi. O zamanlarda da gece bitmek bilmezdi. Zaman nasıl da aldatıcı olabiliyordu, şaşılacak şeydi. Elindeki düğmede bir ışık vardı. Işık, saat gibi dönüyor ve daireyi kaplıyordu. Dairenin henüz çok az bir kısmı kapanmıştı. Kendi saatine baktı. İkisi arasında kıyaslama yapınca toplam süreyi on dakika olarak hesapladı. Gerginlikten midesine kramp girdi. Beklemekten nefret ederdi.

Geminin enerjisi gelince içerisi de aydınlanmıştı. Elinde sıkıca tuttuğu ve bütünleşmek üzere olduğu feneri bir kenara bıraktı. Neredeyse tamamen parçalanmış olan ön cama doğru gitti. Tek kişilik bir oturma yeri vardı. Üstü cam kırıklarıyla doluydu.

'Camdan fırlamış olmalı' diye düşündü.

Derken ön cam, kendi kendini onarmaya başladı. Kısa bir süre sonra camın eski halinden eser kalmadı. Kontrol paneli olabileceğini düşündüğü yerde bir çok şey yanıp sönüyordu. Tedirgin bir şekilde Ka'ma'nın yanına döndü. Tekrar zamana baktı. Delirmek üzereydi. Kendini savunmasız hissetmesine neden olan bu durumdan bir an önce kurtulmak istiyor, acele ettikçe daha da köşeye sıkışıyordu.

Biraz hava almak için dışarı çıktı. Uzaklaşmadan kapının ucunda durdu. Derinden bir nefes aldı. Kafasını kaldırıp yıldızlara baktı. Artık gözlerine eskisi kadar masum gözükmüyorlardı. Vücudunu ani bir ürperme alınca içeri girmek için döndü ve olduğu yerde kaldı.

'Neler oluyor?!' dedi şaşkınlıkla. Biraz önce içinden çıktığı gemi şimdi yoktu. Elindeki düğmeyle öylece bakakaldı.

'Bu nasıl olabilir? Daha şimdi....' Sözünü tamamlayamadı Ela.

Bir anda kafasından binlerce şey geçti. Ka'ma için endişelendi. Sinyali durduramazsa olabilecekleri düşündü. Etrafa bakınmak için öne doğru adım atınca, kendini yeniden geminin içinde buldu. Hemen arkasını döndü ve açık olan kapıdan dışarıyı gördü. Gemi, görünmezlik kalkanını kullanıyordu. Bunu anlayınca, heyecandan kocaman açılmış gözlerini kapattı ve elini, sakinleştirmek için kalbinin üstüne koydu.

Tam sakinleşmişti ki korkunç bir ses geldi dışarıdan. Uyanmasına neden olan sesin aynısıydı. Refleksle kapıdan uzaklaştı. Cama doğru gidip dışarıya baktı. Yağmur çoktan durmuştu.

'Yine şimşek olabilir mi?' derken bile emin değildi. Şimşekse bile hayatında ikinci sefer böyle bir şimşek sesi duymuş olacaktı. Aceleyle elindeki zamana baktı. Sadece iki dakika kadar kalmıştı. Bir anda yağmur, bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Elindeki düğmeye baktı.

'Neden ilerlemiyor, neden ilerlemiyor?' dedi gergin bir şekilde.

Yerinde duramıyor, gemi içerisinde ileri geri yürüyüp duruyordu. Korkuyla kapıdan dışarı baktı. Yağmurdan başka bir durum görünmüyordu. Bakışlarını odakladı ve bakmaya devam etti. Başını, Ka'ma'ya doğru çevirmek üzereyken bir karartı görür gibi oldu. Tüm kanının çekildiğini zannetti. Tüyleri diken diken olmuştu. Düğmeye tekrar baktı. Sanki iki farklı zaman varmış gibi hissediyordu. Geminin içerisinde donan ve dışında hareket eden bir zaman. Gerilmekten vücudu kaskatı oldu ve soğuk terler boşaltmaya başladı. Nefes alışını büyük bir uğultu şeklinde duyabiliyordu. Dışarıda karartılar çoğalmaya başlamıştı.

Karartılar, birbirlerine bakar şekilde karşılıklı hizaya geçip bir koridor oluşturdular. Sanki birini bekliyor gibiydiler. Tekrardan duyulan sesle birlikte hepsi saygıyla başlarını öne eğip, tek dizlerinin üstüne çömeldiler.

Sesi yeniden duyunca çığlık atmak üzereydi ki eliyle ağzını kapadı Ela. Zamana bir daha baktı. Ka'ma'nın yanına gitti. Zaman dolmak üzereydi. Saniyeler kalmıştı. Hemen koşup camdan baktı. Yeni bir süliet belirmişti. Zamana baktı, dolmuştu. Ka'ma'ya baktı, uyanmıyordu.

'Neden uyanmıyor? Zaman doldu. Neden?' dedi gergin bir şekilde. Elindeki düğmeye göz atınca ek bir zaman istediğini anladı. Bir dakika kadar kısa bir zaman.

'Sakın riske girme' diye uyarmıştı Ka'ma. Fakat bu kadar kısa bir süre için vazgeçecek değildi.

Düğmeye bastı. Zaman ilerlemeye başladı. Saniyeleri sayıyordu Ela. Cama gitti ve karartıların etrafa dağıldıklarını gördü. Ellerinde sinyali aradıkları belli olan bir aygıt vardı. Onları bulmaları an meselesiydi artık. Beklemekten başka bir çaresi yoktu. Ka'ma'nın yanına gitti ve gözlerini açması için dua etti.

'Sekiz saniye. Yedi, altı'.

Dışarıdan bir bağırtı koptu.

'Lütfen! Çabuk!' dedi Ela. Gözü düğmede bekliyordu.

'İki, bir' ve düğmeye bastı.

Tüm enerji kesildi. Ela titreyerek kendini arkasındaki duvara bıraktı ve yavaşça oturdu. Gözlerini kapatarak, derin derin nefes almaya çalıştı. Dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Bekliyordu. Birilerinin her an içeriye girerek onları öldürebilecekleri fikri kanını dondurdu. Seslerden, bir anlaşmazlık yaşadıkları anlaşılıyordu. İçlerinden biri adeta haykırdı. Sinirlenmişti. Bu durum çok uzun sürmedi. Sesler kesildi. Tekrar aynı korkunç ses duyuldu. Gitmişlerdi.

Eline dokunulmasıyla irkildi Ela. Duvara  iyice yaslandı.

'Korkma! Benim, Ka'ma. İnadın sayesinde ölebilirdin'

'Yaşadığına ne kadar sevindin öyle', dedi Ela alaycı bir şekilde. 'Sizler böyle mi teşekkür edersiniz yoksa?'

'Sana risk almamanı söylemiştim'

'Lütfen! Şu an seninle tartışacak durumda değilim'. Titremesi geçmemişti Ela'nın. Tüm olanlar en kötü kabuslarından bile daha ürkütücüydü. O an uyanmak için her şeyi verebilirdi. Yaşadıklarının rüya olmasını çok isterdi.

Durumunu anlayan Ka'ma, Ela'nın yanına oturdu ve elini tuttu.

'Üzgünüm, kabalık etmiş olabilirim ama gerçekten nasıl bir risk aldığını bilmiyorsun ve başarısız olsaydın neler olabileceği hakkında da en ufak bir fikrin yok.'

İkisi de bir müddet sessiz kaldı. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Ela büyük bir şok geçiriyordu. Tıpkı yaralanma anını ve acıyı sonradan hissetmek gibi olanları ancak idrak edebiliyordu. Bu da onun daha çok titremesine neden olmaya başladı. Sinir krizi geçiriyordu. Ka'ma ona sıkıca sarıldı. Ela'nın çenesi titriyordu, artık bütün vücudu kontrolden çıkmıştı.

'Tamam, geçti artık, yanındayım ve sana bir şey olmayacak. Korkma!' dedi Ka'ma. Sesinin tonu Ela'ya güven ve güç verdi. Birden ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağladı.

Ela'nın sinir krizi geçmişti. Fakat kriz onu çok hırpaladı. Uyumak istiyordu. Göz kapakları yer çekimine karşı koyamıyordu. Enerjinin gitmesiyle etraf yeniden karanlığa bürünmüştü. Bu da uyanık kalmasını daha da güçleştiriyordu. Bir süre sonra uykuya daldı.

Esneyerek gözlerini açtı Ela. Gün ışığı gözlerini yakınca etrafa bakmakta güçlük çekti. Kamp çadırının içindeydi. Bir an algılayamadı. Gözlerini kapatıp, bir daha açınca bulunduğu yerden emin oldu. Derin bir iç çekti. Rahatlamıştı.

'Çok şükür! Hepsi rüyaymış' dedi. Daha önce, gördüklerinin rüya olduğuna hiç bu kadar sevinmemişti. Mutlulukla yeniden esneyerek dışarı çıktı. Daha esnemesi bitmemişti ki karşısında Ka'ma'yı gördü.

'Rüya değil... Olamaz!' dedi hayal kırıklığına uğramış bir şekilde.

Ka'ma sağdan soldan topladığı meyvelerle sofra hazırlamaya çalışıyordu. Gördüğü bu manzara Ela'yı daha da şaşırttı.

'Sen...sen ne yapıyorsun?' dedi Ela.

'Sana teşekkür ediyorum. Sana anlayışsızlık ettiğimi fark ettim. Sonuçta hiçbir şey bilmiyorsun.'

Ela, şaşkın şaşkın Ka'ma'yı seyretti. Bir uzaylı ona kahvaltı hazırlıyordu.

'Yeter! Dikme gözlerini öyle!'

'Affedersin ama kahvaltımı sürekli bir uzaylı hazırlamıyor. Sen nereden biliyorsun hangi meyvenin zehirli olup olmadığını? Bunu bir çok insan bile bilmez!'

'İnsanlar ve Dünya hakkında sandığından daha çok şey biliyorum. Sizleri korumaya atandığımdan bu yana tam otuz yıl geçti. Ayrıca, analiz için elimdeki aletin de yardımı olmuyor değil', dedi gülerek.

'İçimizdeki uzaylılar gerçek miymiş yani? Sen bu görüntünle, nasıl onca süre saklanabildin merak ettim doğrusu'.

'Evet, filmleriniz oldukça yaratıcı', dedi alay ederek Ka'ma. Kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu.

'Aslına bakarsan benim şu an burada olmam büyük bir felaket. Kimseler fark etmeden gitmem lazım. Fakat geminin gücü, beni ve kendisini aynı anda korumaya alınca tüm enerjisini tüketti. Acil durum modülünün toparlanmasını beklemeden gideceğim. Birazdan kalkmak için her şey hazır olacak.'

'Bak! Bu çok açıklayıcı oldu işte', dedi Ela da aynı alaycılıkla. Anlattıklarından bir hikaye oluşturması imkansızdı. Daha fazla bilgiyi de kaldırıp kaldırmayacağından emin değildi. Zaten yeterince zor anlar yaşamıştı. Bir yenisine ihtiyacı yoktu. Umursamaz bir tavırla hazır olan sofraya oturdu.

'Ben bile bu kadarını yapamazdım. Beş yıldızlı uzay kahvaltısına hoş geldiniz. İnanılmazsın gerçekten. Birkaç saat önce ölmek üzere olduğuna kim inanır!'

'Kendine iyice gelmişsin anlaşılan. Korkudan ölmek üzere olduğuna kim inanır!'

Ela, şaşkın bakışlarla Ka'ma'ya baktı. Sanki bir uzaylıyla değil de sıradan bir insanla konuşuyordu. Neredeyse onun gitmesi gerektiğine üzülecekti. Birden,

'Peki, gene gelecek misin?', dedi.

'Gelemem. Hiç burada olmamalıydım ve sen de beni görmemeliydin', dedikten sonra zamana baktı Ka'ma.

'Vakit geldi' dedi. Elindeki alet yanıp sönmeye başlayınca,

'Yakınlarda Avcılar var. Dikkatli ol! Benim hemen gitmem lazım'.

'Peki, diğerleri yeniden gelecek mi?'

'Hayır. Beni bulamadılar. Ben burada olmadığım sürece gelmezler.'

Ka'ma'nın elindeki sinyal giderek daha hızlı yanıp sönmeye başladı. Birden Ela'nın arkasındaki çalılıklardan bir hışırtı geldi. İkisi birden o yöne baktı gergin bir şekilde. Bir kaç saniye sonra, aynı yerden küçük bir geyik ortaya çıktı. Ka'ma geyiği görünce,

'Gitmeliyim', dedi rahatlamış bir şekilde. Ela Ka'ma'ya baktı. İçinde buruk bir his oluştu. Bunu yüzüne yansıtmamak için,

'Senden kurtuluyorum demek ki', dedi gittiğine sevindiğini belli eder bir tavırla.

'Evet. Bir daha beni görmeyeceksin. Elveda!'. Ka'ma lafını yeni bitirmişken yakınlardan bir silah sesi duyuldu. Ela'nın gözleri kocaman açıldı. Nefesi kesildi.

'Korkma! Sadece avcılar' dedi Ka'ma dalga geçerek. Fakat sonra Ka'ma'nın surat ifadesi ciddileşti ve Ela kollarına düştü.


23 Ekim 2013 Çarşamba

Yasak Bölge - Tanışma - Bölüm 2

'Beni bulmalarına izin verme', dedi yaralı ve kendinden geçti.

Ela, o kadar şaşkındı ki doğru mu duyuyorum diye düşünmekten kendini alamadı.

'Ben, seni... ben...nasıl?' dili dolanıyordu Ela'nın.

Kelimeleri toparlamakta güçlük çekiyordu. Göz bebekleri irileşmişti ve hızlı bir şekilde hareket ediyorlardı. Bayılmasına ramak kalmıştı. Başı uğulduyordu. Bir ara her şeyin rüya olabileceği fikri oldukça mantıklı geldi kendisine. Yutkundu ve gözlerinin önünde ölmek üzere olan canlıya dokundu yeniden. Sıcaktı. Feneriyle vücudunu detaylı bir şekilde incelemeye koyuldu. İnsana benziyordu ama bir yandan da hiç benzemiyordu. Aradaki farkı tarif edemiyordu. Sanki kabusları can bulmuş ve bu bedende doğmuştu. İnanamıyordu. Kabuslarını ve korkularını o kadar kanıksamıştı ki arkası yarın bir dizinin içinde gibiydi. Yaralıyı inceledikçe farkında olmadan göz bebeklerinin hızı azaldı. Ağzındaki kuruluk da geçmişti. Eli, yaralının karın bölgesindeki kesiğe değince, sırt çantasından ilk yardım malzemelerini çıkardı. Faydası olmayacağını bilmesine rağmen tepkisiz kalamazdı. Pamuk ile kesiğe bastırdı. Böyle bir canlıya ne yapılmalıydı, nasıl müdahale edilmeliydi en ufak bir fikri bile yoktu.

'Beni bulmalarına izin verme' demişti yaralı. Kimden bahsediyordu?

'NASA'dan mı acaba? Mutlaka uçağını, gemisini, her neyse işte onu fark etmiş olmaları lazım', diye söylendi Ela.

Oturduğu yerden kalkıp gemiyi aramaya başladı. Hasar görmüş ağaçları takip etti. En son devrilmiş olanların etrafına bakındı. Yerde ki sürtünme izini izledi. Fakat nafile. Gemiyi bir türlü bulamadı. Dalgın bir şekilde düşünürken inleme sesi onu kendine getirdi. Yaralının yanına koştu. Yaklaştığında, yaralının acı çeken yüz ifadesini ve karanlıkta bile fark edilebilen mavi gözlerini gördü. Gözleri çok güzeldi. Hemen yanına oturup yarasına baktı. Koyu kıvamdaki sıvı hala akıyordu. Eskisini alıp yeni bir pamuk koydu. Derin bir iç çekti. Üzgündü. Yaralı,

'Lütfen, beni bulmalarına izin verme. Bu asla olmamalı' dedi yeniden.

'Seni nasıl anlayabiliyorum. Bu... bu nasıl mümkün olabilir?' diye sordu Ela.

'Ölmek üzereyim. Eğer ölürsem beni yakmalısın. Anlıyor musun?'

'Eğer mi? Ölmeme ihtimalin var gibi gözükmüyor.' dedi Ela ama der demez patavatsızlığından dolayı çok kızdı kendine. Başını önüne eğdi. Dudağını ısırdı.

'Eğer...eğer acele edebilirsen beni kurtarabilirsin.'

Ela bu son söz karşısında heyecanlandı birden.

'Çabuk söyle! Nasıl kurtarabilirim seni? Çabuk!'

Nedense yaralının ölmesini hiç istemiyordu. Sonrasını düşünmüyordu bile.

'Beni gemime götürebilirsen, orada acil yardım modülü var. O zaman kurtulurum.'

'Olamaz!' dedi birden Ela yılgın bir sesle. 'Gemin çok uzağa düşmüş olmalı. Onu aradım ama yakınlarda yok. O kadar uzağa seni taşıyamam ve sen de dayanamazsın'.

Yaralı ilk kez tebessüm etti. Fakat bu küçük ifade değişikliği canını yakmış olacaktı ki acı yüklü görüntüsü çabucak geri geldi.

'Gemiyi kimse göremez. Uzakta değil merak etme' dedikten sonra elindeki küçük bir aletle yakınındaki boşluğa nişan aldı. Ela, küçük aleti daha önce nasıl göremediğine şaşırırken burnunun dibinde tek kişilik olduğu anlaşılan bir gemi belirdi. Şaşkınlıktan irkilip, kendini geriye attı. Nasıl olmuştu da bu demir yığınına çarpmamıştı anlayamıyordu.

'Görünmezlik kalkanı var', dedi yaralı. Ela'nın şaşkın haline gülmek istiyor ama yapamıyordu.

'Gene de birisi çarpabilir' dedi Ela. Sonra yine kızgın bir şekilde sustu. Sanki bunu tartışmanın sırası olmadığını anlamış gibi.

Yaralıyı gemiye taşımak için boynundan tutup kaldırmaya çalıştı. Fakat bu imkansızdı. Oldukça ağırdı. Gene de bir kaç sefer daha denedi. Her denemesinde duyduğu iniltiler onun da canını yakıyordu. Eğer onu kurtarması mümkünse vazgeçemezdi.

'Lütfen! Bana yardımcı ol. Gemi çok yakında. Bunu başarabiliriz' dedi Ela çaresizce.

Yaralı olanca kuvvetiyle kendini toplamaya çalıştı. Derin bir nefes alarak güç bela doğruldu. Kurtulmayı başarabileceğinden emin olmadığı, bitkin halinden anlaşılabiliyordu. Ela ne yapması gerektiğini düşündü stresle. Onu kendi yardımı olmadan kaldırması imkansızdı.

'Ha gayret! Oluyor', dedi yüreklendirici bir sesle.

Yaralının kolundan tutup kendi boynuna doladı. Neyse ki çok güçsüz bir kız sayılmazdı. Bir başkası olsa onu kıpırdatamazdı bile.

'Üç deyince kalkacağız, tamam mı? Bir, iki, üç'

İkisi birden tüm gücüyle ayağa kalktı fakat yaralı düşer gibi oldu. Son anda tek dizinin üstünde durabildi. Nefesini toparlayamıyordu. Ela da ter içinde kalmıştı. Yeni bir denemeyle nihayet ayağa kalkabildiler. Ela, yaralının düşmemesi için insanüstü bir güç sarf ediyordu. Önlerinde sadece on adımlık bir mesafe vardı. Bir  adım, derken bir adım daha. Ela'nın üstü, yaralıdan akan sıvıyla kaplandı. Yaralı tökezleyince,

'Sakın vazgeçeyim deme! Sadece iki adım sonra kurtulacaksın. Direnmelisin' dedi bitkin bir şekilde.

Gemiden içeri girmeyi başardılar. Fakat yaralının ayakta durmaya mecali kalmamıştı. Kendini Ela'ya bıraktı. Ela o yükle geminin duvarına çarptı ve birlikte yere düştüler.

'Olamaz!' dedi Ela. Ağlamak üzereydi. O kadar yorulmuştu ki bu duruma inanamıyordu. Bayılmıştı yaralı.

'Uyan! Uyan diyorum sana. Gözlerini açmak zorundasın. Bu kadar yaklaşmışken ölmene izin vermem. Anladın mı?' Neredeyse bağırıyordu Ela. Neyse ki bunun faydası oldu ve yaralı açtı gözlerini.

'Nerede dediğin alet? Göremiyorum' dedi Ela etrafa göz atmaya çalışırken. Elinden hiç bırakmadığı el feneri son demlerini yaşıyordu.

Ela, yaralıyı üzerinden güçlükle çekip duvara yasladı. Ayağa kalkıp gemiyi iyice inceledi. Küçük, tek kişilik gemide yaralının dediği şeyden olması mümkün gözükmüyordu. Nasıl bir şeyden bahsediyor acaba diye düşünürken yaralıya döndü ve

'Anlamıyorum, o dediğin şey de mi görünmez yoksa?' dedi dalga geçerek. Sinirleri iyice bozulmuştu.

'Burada', dedi yaralı ve elindeki aynı aletle duvara yapışık olan acil durum kabinini açtı.

Ela, geminin ortaya çıkış anından sonra bu duruma hiç tepki göstermedi. Yaralının kolundan tutarak,

'Yine üç deyince. Bir, iki, üç.'

Duvardan destek alan yaralı bu sefer düşmeden kalkabildi. Ela onu yatak şeklindeki kabine soktu.

'E, şimdi ne yapıyoruz?' dedi merak içinde. Etrafında herhangi bir düğme aradı. Bulamayınca yaralıya baktı.

'Beni çok iyi dinlemelisin. Geminin enerjisi çok kısa bir süreliğine açık kalmalı. Yoksa sinyalden beni bulurlar.'

'Kim bunlar? Bulurlar, bulmasınlar deyip duruyorsun.'

'Bunun sırası değil şimdi. Zamanım kalmadı ve eğer ölürsem gemiyi şu düğmeye basarak imha etmelisin. Dediğim gibi beni de yakmalısın. Hatta mümkünse küllerimi bile yok etmeye çalış.'

Yaralının artık takati kalmamıştı. Sesi zar zor duyulur olmuştu.

'Seni bin bir zorlukla soktum buraya. Ölümü unut artık. Kimlerden kaçıyorsan da kendi başına kurtul.'

'Sakın zamanı uzatarak, vakit harcama. Eğer belirlenen zamanda iyileşmezsem  enerjiyi kapat. Yeniden söylüyorum. Asla risk alma! Şimdi enerjiyi aç. İyileştirme işlemi başlatılınca kendimde olmayacağım. Sana güvenmek zorundayım', dedi çaresizce yaralı ve enerjiyi açması için elindeki düğmeyi Ela'ya verdi.

Ela, bir kaç saniye elindeki düğmeye baktı. Nasıl bir belaya bulaştığından habersiz yaralı için üzülüyordu.

'Ya gerçekten ölürse?' diye geçirdi içinden. Tam düğmeye basacaktı ki,

'Adın ne? Adını bari söyle, bileyim' dedi ümitsiz bir şekilde.

Yaralı, mavi gözlerini kapatmadan önce son kez ona bakıp,

'Ka'ma. Benim adım Prens Ka'ma', dedi.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Yasak Bölge - Tanışma - Bölüm 1

Ela, kapıyı çarparak hışımla dışarı çıktı. Sinirinden, yumruk yaptığı ellerini olabildiğince sıktı. Kenetlenmiş dişleri biraz daha zorlansa kırılabilirlerdi. Burnunun direği sızlıyordu. Direniyordu! Derin derin nefes aldı. Kapattığı gözlerini aralarken, nemli kirpikleri zorlandı. Merdivenlerden indi ve kendini sokağa attı. Yürüdü. Yürüdükçe havanın serinliğiyle birlikte sakinleşmeye başladı.

Etrafına göz atınca sahil kenarına indiğini anladı ve boş bir bank gördü. Banka öylece bıraktı kendini. Karşısında deniz nasıl da sakindi. Sonsuz gibi görünen bu güzellik, onu büyülenmiş gibi içine çekti.

'Neden ben de böyle sakin olmayı başaramıyorum' dedi keder içinde. Başını dizlerine doğru eğerek ellerinin arasına aldığında yüzü ateş gibi yanıyordu. Oysa ki deniz de Ela gibiydi. Huzur verici maskesinin altında fırtınaların kopması an meselesiydi.

Ansızın oturduğu yerden kalktı Ela. O an ne yapması gerektiğini biliyordu. Hızlı adımlarla arabasının olduğu yere geri döndüğü gibi yola koyuldu. Yolculuğu neredeyse iki saati bulmuş, şehirden epeyce uzaklaşmıştı. Ana yolun kenarında topraklı, bozuk, tali bir yola saptı. Ağaçların arasında yarım saatlik bir mesafeden sonra yol tamamen bitti. Bagajdan, kamp ve dağa tırmanış için gerekli malzemelerini çıkarttı. Sürekli hazırda duran sırt çantasını da alıp, yola yürüyerek devam etti. Hava kararmak üzereydi. Kamp çadırını kurmak için acele etmesi gerekiyordu. Adımlarını sıklaştırdı ve gideceği yere bitap bir şekilde yetişti. Bir önceki kamp ateşi kalıntılarını gördü. Aynı bıraktığı gibiydi.

'Neyse ki, kimse burayı keşfetmemiş' dedi keyifle.

Yorgun bir şekilde tüm malzemeleri yere bıraktı. Fakat dinlenmeye zaman yoktu. Ateşi yakmaya koyuldu. Bulunduğu yer, sık ağaçlıklı, korunaklı bir bölgeydi. Hemen elli metre kadar uzaklıktaki dereye gidip, daha önce bırakmış olduğu tuzağa baktı. Şansı yine yaver gitmişti. İki balıkla geri döndü. Onları aceleyle temizleyip, ateşe koyduktan sonra çadırı hiç zorlanmadan kurdu.

'Oh! Nihayet zamanında her şey bitti' dedi ve ateşin karşısına bitkin bir şekilde uzandı.

Dakikalarca ateşte balıkların pişmesini seyretti. Ateşi seyretmek nedense ona terapi gibi gelirdi. Bir tek ateşi izlerken düşünmezdi. Tüm benliğiyle kendini ona adardı. Balıkların yeterince piştiğine ikna olunca, tembel bir şekilde onlara uzandı. Kokularını içine çekince, ne kadar aç olduğunu haykıran midesi sonunda feryat etti.

Hem yorgunluktan hem de karnının doymuş olmasından, üzerine bir mahmurluk çöktü. Kedi gibi oturduğu yerde esneyerek gerindi. Birkaç saat önceki öfke nöbetinden eser yoktu üzerinde. Kor olmuş ateşin karşısına sırt üstü uzandı boylu boyunca. Yıldızlar akıl almaz güzellikte parıldıyorlardı ağaçların arasından. Onları seyretmek her ne kadar zevkse bir o kadar da ürkütücüydü Ela için. Çok uzun süre bakamazdı o güzelliklere. Gözlerini, kamaşmış gibi çekerdi bir süre sonra. İçi ürperirdi. Üşümeye başlardı. Yine aynısı oldu ve ateşe döndü yüzünü. Artık uyumak istiyordu.

Müthiş bir gürültüye uyandı Ela. Sese mi uyanmıştı, gördüğü kabusa mı bilemedi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Ateş sönmüştü ve üzerine bir şey örtmediği için vücudu kaskatı kesilmişti. Yağmur yağıyor mu diye bakındı ama yağan bir şey yoktu. Hala düzensiz nefes alışlarıyla düzgün düşünemiyordu. Çok korkmuştu. Vücudu da histerik bir şekilde titriyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Başını yukarı kaldırıp yıldızlara bakarken alnına bir damla düştü. Derken bir tane daha. Damlalar çoğalmaya başlayınca rahatladı birden.

'Yıldırımmış' dedi, titrek bir sesle.

Birkaç dakikalığına yağmurun kendini ıslatmasına izin verdi Ela. Çok severdi yağmuru, onun sesini ve tenine değişini. En iyi psikolog, yağmurun verdiklerini veremezdi kendisine. İyice sakinleştikten sonra çadıra girse de rüyanın etkisi geçmemişti henüz. Küçüklüğünden itibaren benzer rüyalar görürdü. Bıkmıştı uzay ile ilgili şekillerden, tam göremediği, herhangi bir şeye benzetemediği canlılardan, araçlardan, rakamlardan. Üstelik bu konuyla ilgili sığınabileceği kimse yoktu. Herkesin söylediği tek bir şey vardı.

'Tek başına o tehlikeli yerlere gitme. Korkmana neden oluyor'.

Haklı olduklarını düşünmüyor değildi ama anlamıyorlardı. Ancak tek başına ve doğayla baş başayken huzuru bulabiliyordu. O yüzden uzun zaman önce korkularından bahsetmemeye karar vermişti.

Bu düşüncelerle göz kapakları ağırlaşmaya başlayan Ela dalmak üzereydi. Yağmurun nağmesi kendini göstermeye başlamıştı. Derken acı bir sesle irkildi yeniden. Yattığı yerden sıçrayarak, oturdu nefes nefese. Kaşlarını çatarak  kulak kabarttı. Yağmurdan başka ses duyulmuyordu ama emindi bir şey duyduğundan.

'Belki bir hayvandı' diye kendini ikna etmeye çalışırken, ses daha güçlü geldi. Kesinlikle hayvan sesi değildi!

Hemen ilk yardım malzemelerinin de bulunduğu sırt çantasını açıp, içinden el fenerini çıkartan Ela, panikle pilleri kontrol etti. Pil getirmesi gerektiğini o an hatırlaması, zihni ile arasındaki yarışta onu çaresiz bırakmıştı. Fakat sızlanmanın şu an faydası yoktu. Neyse ki piller kendisinden taraf, hala çabalıyordu. Çantasını sırtlayarak dışarı attı kendini. Yağmur çok şiddetlenmişti. Sırt çantasından yağmurluğunu alıp giyindi alelacele. Sesi duymak için bir daha kulak kabarttı. Gözlerini kapatıp bekledi ve ses ona cevap verdi. Koşarak ağaçların arasından ilerledi. Arada bir, fark edemediği çalılar ellerine çarpıyordu ama bunu önemseyecek durumda değildi.

'Bu kadar acı bir çığlığa ne sebep olabilir?' diye merak ve telaşla ilerledi.

Karanlık hızını kesiyordu. Bir kaç sefer tökezledi ve yere düştü. Sonuncuda dizi çok acımıştı. Tam dizi için sızlandığı sırada burnuna tuhaf bir yanık kokusu gelmeye başladı.

'Aman Allah'ım yıldırım mı çarptı yoksa!' diye iyice panikledi.

'Neredesin?' diye bağırdı.'Seni bulabilmem için bana yardım et'.

Sesten acı bir inleme yükseldi.

İçinde tuhaf bir his vardı Ela'nın. Yardım etmek için koşuyordu ama huzursuzdu. Birden önündeki ağaçların devrildiğini ve parçalandığını gördü. Hepsi koridor gibi bir açıklık bırakmış ve aynı yöne yığılmıştı.

'Uçak mı!' dedi hayretle. Bu imkansızdı. Uçaksa bile küçük bir şey olmalıydı koridorun genişliğine göre. Bu, yanık kokusunu açıklayabilirdi. Etrafa bakındı fakat uçağa benzer bir şey göremedi.

'Neredesin?' diye bağırdı bir kez daha.

İnilti şeklindeydi bu sefer ses. Sanki fazla bir vakti kalmamış gibi derindendi. Acele etmeliydi Ela çok geç olmadan.

O esnada yanındaki çalıyı fark etmeyen Ela ona takılarak son düşüşünü de gerçekleştirmiş oldu. Elindeki fener de o savrulmayla elinden kaydı, gitti. El yordamıyla feneri aradı çünkü fener düşünce pilleri de çıkmıştı. Aranırken eline piller değdi. Çalı ellerini çizik içinde bırakarak, mevcut durumu çok kolaymış gibi hiç yardımcı olmuyordu. Emekleyerek ilerlerken eline yumuşak bir şey çarptı. Refleksle geriye irkilen Ela hiçbir şey göremedi. Muhtemelen sesin sahibi, önündeki çalının hemen ötesindeydi. Kendini toparladı ve dizleri üzerinde hareket etti. Tam o anda el fenerine çarptı. Yerde yatanın nefes alışını duyabiliyordu. Çok derinden gelen bu ses onda merhamet duygusunu uyandırmıştı. Vaktinin azaldığını kavrayabiliyordu.. Ne yazık ki böylesine durumlarla daha önce de karşılaşmıştı. Gerçi hepsi hayvandı ama ne fark ederdi. Üzüntüyle çalıyı araladı ve yaralının yanına yaklaştı.

'Yanındayım, korkma' dedi, teselli edici bir sesle. Son anlarını yaşayan her canlının, yalnız olmaması gerektiğine inanırdı. Bu zor anı onlar için kolaylaştırmak isterdi. Her giden can sanki kendisininkiydi. Kurduğu bu empati, ona hem güç hem dayanılmaz bir hüzün veriyordu.

El fenerine pilleri takıp feneri yaktı. Fenerin ışığı, yerde yatanın ayaklarında soluk bir şekilde parladı. Piller zayıflıyordu. Yavaşça yüzüne doğru ilerlerken karın bölgesinde derin bir kesiğe dokundu. Fener, bir anlık sönüp tekrar yandı. Işığı daha da azaldı.Ela kesikten oluk oluk bir şeyin aktığını fark etti. Ne olduğunu tam olarak anlayamadı. Kandan daha koyu bir kıvamdaydı. Yine de durumunun ciddiyeti belli oluyordu.

'Olamaz! Çok kötü yaralanmış' diye düşündü Ela. Onu, ilk yardım malzemeleriyle kurtarması imkansızdı.

Güçlü adalelerinden erkek olduğu belliydi yaralının. Yüzüne doğru ilerlerken göğsünde de bir kesik gördü.

'Ne kadar güçlü görünüyor' dedi şaşkınlıkla.

El fenerini, yavaşça bu güçlü vücudun yüzüne doğru tuttu. Bir an nefes alamadı. Beyni adeta kendisine iletileni inkar ediyordu. Donup kalmıştı. Kıpırdayamıyordu. Hatta düşünemiyordu bile. Gözlerinden istemsizce birkaç damla yaş düştü. Yutkundu ve buzu çözülmüş gibi oturduğu yerden yavaşça geriye çekilmeye başladı. Tam el feneri elinden düşerken yaralının eli Ela'nın elini yakaladı. Ela korkuyla çığlık atmaya başladı. Ta ki yaralının,

'Yardım!' kelimesini duyana dek.






24 Haziran 2013 Pazartesi

Masal

Adım sevda dedin yüzüme gülerken
Ben şaşkın baktım sana
Geldin şakıyarak kapıdan, oturdun gönlüme
Oysa süngüleri ben açmadım
Dans ettin bahçemde, eğlendin doya doya
Kovmaya çalıştım, sen gitmedin cesurca
Sonra...
Alıştım cismine, şemailine,
O sıcacık hissettirdiklerine
Fısıltıyla söylediğin kulaklarıma.
Fikrim uyuştu senle
Ne düşünsem bilemedim
Gündüzüm rüya, rüyalar serap oldu
Nereye dönsem sen
Sen mehtap oldun...
Korkma dedin bana
Sevdim seni sadece
Dedin, yetti sevgin
Dahasını nasıl dilerim.
Dinledim sözlerini
Dinlesem de çözemedim
Nasıl mutlu olunur bu şekilde
İnan, ne yapsam göremedim
Gel demedin, git demedin
Sev demedin, sevme demedin
Beni bir girdaba gönderirken
Sen de bunu bilemedin.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

İstedim

Güzel bir şarkıydı , nakaratı kanımı coşturan
Güzeldi ritmi, zarifti verdikleri
Gözlerimi kapatınca bahardı hissedilen
Bakınca yüzüme, mutluluktu gördüğün
Mutluluk bulaşıcıdır
İstedim ki bulasın mutluluğa seni.

Çalanın parmaklarında teller raks ettikçe
Büyüsü yayıldı damarlarımda
Sesindeki bir tını yakaladı, tuttu sımsıkı bırakmadı
Sanki aşktı vaat ettiği
İstedim ki kıskıvrak kavrasın seni

Bittikçe müzik döndüm başa
Döndükçe, döndü başım
İçmeden sarhoş olmayı bilir misin?
İçmeden kendinden geçer misin?
Yalnızca bir müzik beni böylesine delirtti.
İstedim ki delirtsin seni.

16 Nisan 2013 Salı

Dayak İyi Gelir mi?

Hissizlik
Ne garip
Umurumda değil sanki
Ya da
Sanki yalan gibi
Rüya gibi
Tuhaf işte
Tuhaf yani.
En azından kızsam bari
Bari ağlayabilsem
Bağıramam zaten
En azından kanasa yüreğim
Bir parça acıtsa kalbimi
Hissizlik
Rahatlatmıyor be abi!

25 Mart 2013 Pazartesi

Söz Olur!

Binlerce söz
En karanlık köşelerde
Tutulamayan.

Binlerce söz.
Binlerce yemin.
Sessiz.
Fısıltısız
Ve
Sinsice.

Sözler!
Binlerce.
Binlercesi ihanette.
Sözler ki
Öylesine delice!

27 Şubat 2013 Çarşamba

Kapılar

Bütün kapıları kapattım kendime
Yansam da
Kanasam da
Dağladım yüreğimi
Üstelik bile isteye
Bir nankör gibi
Bile isteye
Çevirdim kilidi!

24 Şubat 2013 Pazar

Bölüm 1: Yenilgi

Lina, yarı baygın bir şekilde iki militan tarafından; nemli, loş ve soğuk bir koridordan sürükleniyordu. Tavanda cızırtılı sesi ile her an sönecekmiş gibi duran ve üzeri kirle kaplanmış bir lamba ortama daha da gergin bir hava katmıştı. Lina, o kadar çok darbe almıştı ki nefes alışları zorlaşmıştı. Ağzından ise hala kan damlıyordu. Saçları, terden sırılsıklamdı; yine de dik tutamadığı başından sarkarak, bir süre de olsa yüzünde kimsenin görmesini istemediği bitmişliği saklıyordu.

Peşlerinden gelen ayak seslerini duyunca Lina'nın kaşları çatılıp, nefes alışları hızlanmaya başladı. Komutanı düşünerek,

'O da geliyor mu yoksa ? ' diye geçirdi içinden.

Henüz Komutan sıradan bir subay, kendisi ve Komutanın şu an peşinde olduğu Asilerin Lideri üniversitede öğrenciyken; birbirlerine düşman olacaklarını tahmin bile edemezlerdi. Savaşın patlak vermesiyle, düşmana karşı kurdukları gizli örgüt her geçen gün güçlenmiş fakat iki erkeğin fikir çatışması onları dönülmez bir yol ayrılığına sürüklemişti. Lina'nın, uzun yıllar ortada kaldığı bu çatışmada yönünü seçememesi; iki erkeği, birbirine daha fazla düşürmekten başka bir işe yaramamıştı. Ne yaptıysa orta yolu bulamamış, bir zamanlar kan kardeşi olan bu iki dostu barıştıramamıştı. Nihayet, niyetinin imkansız olduğunu anladığında ikisini de birbirinden koruyabilmek için daha zayıf konumda olan ve Komutana karşı isyan eden arkadaşına casusluk yapmıştı. Şimdiyse en istemediği şey olmaktaydı; birisi ölecekti.

Koridorun sonunda tek bir hücre vardı. Arkadan onları takip eden bir yaver, öne geçip kapıyı açtıktan sonra geri çekildi. Lina bir anda kendini hücrenin içine savrulmuş ve yere yüzükoyun kapaklanmış buldu. Dudaklarının arasından acı bir inleyiş boşaldı. Militanların Lideri, hücreye girerek kızın tepesinde dikildi ve omzundan ayağıyla iterek onu sırtüstü yatırdı. Liderin yüzünde sinir bozucu bir sırıtma vardı. Yavaşça çömelerek sağ eliyle kızın çenesinden sert bir şekilde tutup kendisine bakmasını sağladı. Lina çatılmış kaşlarıyla, çektiği acıyı saklamaya çalışıyordu. Lider, yüzündeki alaycı gülümsemeyle Lina'nın suratına doğru eğilirken Lina, bütün öfkesiyle onun yüzüne tükürdü. Bunu beklemeyen Liderin sinirinden burun delikleri genişleyip dişleri kenetlendi. Sol kaşı ise öfkelendiği zamanlardaki gibi yukarı kalkmıştı.

'Sana dersini büyük bir zevkle vereceğim' dedi kendinden emin bir sesle. 'Emin ol yüzünden bu gururlu ifadeyi silip atmam çok uzun sürmeyecek.'

Tam elini kızın çenesinden çekip yüzüne okkalı bir yumruk atacaktı ki arkadan onu durdurabilecek tek kişi emir verdi.

'Dur!'

Liderin eli havada asılı kaldı ve sinirinden titreyerek yavaşça indi. İtaatkar bir tavırla ayağa kalkan Lider, Komutanın tutsağı görebilmesi için yana çekildi.

Lina, duyduğu ses karşısında tüm sakinliğini kaybetti. Sinirleri yeniden alt üst olmuştu. Bütün vücudu istemsiz bir şekilde titremeye başladı. Kalkabilmek için olanca gücünü topladı fakat çatlamış kolu yüzünden durumu birden kötüleşti ve bağırmamak için dişlerini olabildiğince sıktı. Tam ayaklanmıştı ki Liderin sert tekmesiyle yeniden yüzükoyun yere düştü. Ağzından çıkmasını istemediği feryada bu sefer engel olamadı.

Lina'nın casusluk teşebbüsü Komutanı derinden yaralamış ve ona ağır bir darbe vurmuştu. Lina'nın amacı taraf seçmek olmasa da kalkıştığı iş, onu buna mecbur bırakmıştı. Lina'yı her ne olursa olsun kaybetmeyi göze alamayan Komutan, yaşadığı hayal kırıklığına rağmen yaşamasına izin verecekti. Fakat onun cezalandırılmasına karşı koymak; adamlarının ayaklanmasına ve itibarının zayıflamasına neden olacağından, bir müddet acı çekmesine göz yummak zorundaydı.

Lina'yı böylesine çıldırtan Komutan, çömelip bir dizini yere koyarak tutsağını kendisine doğru çevirdi. Göz göze geldiklerinde Lina'nın delirmişliği adeta gözlerinden fışkıracaktı. Kızın tek eli ani bir refleksle vurmak için uzanınca, Komutan onun elini tutup yere yapıştırdı ve diğer eliyle de çatlak olduğunu bildiği kola bastırdı. Lina bu beklemediği acı üzerine çığlık attı ama koluna olan baskı sürmeye devam etti. Kızın çığlıkları kulak tırmalıyordu artık. Dağılan saçları, yattığı soğuk zemin üzerinde başının sağa sola hareketleri doğrultusunda sürünürken, gözlerinden akan yaşlarla daha da ıslanıyordu.  Çektiği ızdıraba dayanamayan Lina, saniyeler süren bu işkencenin sonunda,

'Yeter! Yeter dur artık!' dedi ağlayarak. İşkence durdu. Fakat Lina'nın ağlaması durmuyordu.

İşkence yapan kişi elleriyle kızın gözyaşlarını sildi ve

'Bana karşı savaşmak için daha güçlü olmalısın' dedi.

Lina, biraz önce çekmiş olduğu acı yüzünden hala düzgün nefes alamıyor ve titriyordu.

Kızın karşısında duran kişi, yüzünde ne düşündüğü anlaşılmayan bir ifadeyle bir kaç dakika daha tutsağına baktı. Bu sakinliği bozmaktan korkan Militanların Lideri ,

'Komutanım' dedi tedirgin bir sesle.

'Söyle' dedi soğuk bir şekilde Komutan.

'Gitmeliyiz. Adamlar, saldırıya geçmek için tüm hazırlıkları tamamladılar. Artık kaçacakları bir yer kalmadı. Asilerin işi bu sefer bitti.'

Lina'nın bu son sözler karşısında göz bebekleri irileşti ve Komutana baktı. Komutanın dudaklarında bir tebessüm vardı. O kadar mağrur görünüyordu ki Lina her şeyin sona ereceğini anladı. Komutan yavaşça Lina'nın yüzüne eğilerek onu alnından öptü ve ayağa kalktı. Kız o an hissettiği öfke, ızdırap, nefret, çaresizlik karışımı duyguları karşısında kolunu önemsemeyerek kalkmaya çalıştı. Fakat o kalktığında hücresinde bulunanlar çıkmış ve kapısı kapanmıştı. Kapının demirli küçük penceresinden bağırmaya başladı.

'Seni asla affetmeyeceğim, anlıyor musun? Asla!' dedikten sonra daha fazla dayanamayıp bayıldı.

Dışarı çıkmak üzere olan Komutan, bu son tehdidi duydu. Derin bir nefes aldıktan sonra,

'Biliyorum' dedi ve dışarıya adımını attı.

15 Şubat 2013 Cuma

Bir Ömre Tek Gömlek

Mozart'ı ömründe hiç duymayan yoktur günümüzde ve yıllar yıllar boyu gerisinde. Peki Salieri'yi kim bilir konunun uzmanından başka? Mozart tartışmasız dehanın örneği iken Salieri nedir? Aynı işi yapan iki insan, aynı gönle baş koymuş, bir farkla Salieri gibi daha niceleri. Mozart hafızalarımıza bir şekilde tecavüz etmişken Solieri neden silik bir notaya dönüşmüştür?

Salieri insanın temsilcisidir bir şekilde. Kıskançlıklarıyla boğuşan, erdemlerini sorgulayan, zayıflıklarını gördüğünde sınavı başlayan herhangi bir insan yani bizler. Oysa Mozart'ın böyle bir derdi yoktur. O sadece notalara hükmetmeli ve onları istediği gibi eğip bükmelidir. Yapması gereken ve de yaptığı tek anlamlı şeydir.
Salieri, Tanrının verdiği birçok gömleği yeri ve zamanı geldiğinde giyerken, örneğin babalık, kocalık, hocalık, toplumda saygın bir statü vs. gibi, Mozart tek bir gömleğe mahkum edilmiştir. Tek bir iş, tek bir görev, tek bir amaç. Başka kimliklere ihtiyaç duymadan, başka zorunluluklara boyun eğmeden. O yüzden normal bir vatandaş değildir Salieri gibi ya da olması gereken bir baba, bir eş. Tek bir gömleğin yıpranışının hızlı oluşu bundandır. Hayat, sıkıştırılmış bir dosya gibi, ya da hızlandırılmış bir kurs gibidir tek gömlek giyenler için. Her şey çarçabuk yapılmalıdır, yıpranma zamanı yüzünden. Hayatın diğer kuralları onlar için yürürlükte değildir bir nevi, vakit harcanamaz bunlara. Bu yüzden Salieri boşuna üzmüştü kendini. O Tanrının erdemlerine sıkı sıkı bağlanmışken, bunlara uymayan çocuğu yaşındaki bir insana bahşedilmiş yeteneği kıskanmak, Yaradanın onun üzerinde ki testi idi belki, bilememişti. Oysa, bu rolde Mozart'ın hiç suçu yoktu. Kim bilir, yaptıklarının niyesinden bile habersizdi. Onu Tanrı görevlendirmişti, yapmak zorundaydı, başka bir gömleği yoktu.

Peki yapılanlar kimin içindi? Ömrü pahasına yapılan onca şey, ne içindi? Tabi ki insanlık adına, bizler adına adanmış bir yaşam. Geride kalacaklar için harcanmış bir yetenek. Gökten üç elma düşerken kim oturup da bunun nasıl olduğunu düşünür Newton'dan başka? Kim 'hiçbir şey bilmediğinin farkındadır' Sokrates gibi. Aşil neden savaşmayı temsil eder ve neden uçmak bu kadar önemlidir Da Vinci için?

Yaradan, tek gömleğin sahibini seçerken ve bizler için değerli ömürler harcarken, isimlerini kalplerimize kazıyarak onlara sonsuzluğu bahşeder. Einstein'ın ne yaptığını ve bize hangi kapıları açtığını bilemesek de biz isimsizler olarak o kapılardan geçerken isim sahibinin adını yaşatmış oluruz böylece.

7 Şubat 2013 Perşembe

Bir Deli Rüzgar Esti!

'Beni benden kurtar Ya Rab!' dedi ergen.
'Beni benden kurtar artık ne olur. Dursun, sussun artık şu beynim. Yanmasın, kavrulmasın kalbim. Kurtar beni Ya Rab! Kurtar, duy sesimi!'.

Bıkmıştı ergen kız kendisi ile mücadele etmekten. Çıldırmış, tepe taklak olmuş duyguları ondan izinsiz, kontrolsüz bir biçimde gönüllerince dans ediyorlardı. Ne diline hakim olabiliyordu ergen, ne de hareketlerine. Yokuş aşağı giden freni patlamış bir araba gibi son hızla iniyor, önüne kim geçerse ezip gidiyordu. Bütün bunlar olurken olaylara dışarıdan bakan bir seyirciydi sadece. Görüyordu, biliyordu ama ne fayda. Hiçbir şeye engel olamıyordu. Bir tek şeyden emindi, tek bir şeyden. Bu deli arabanın elbet bir gün duracak olmasından adı kadar emindi. Emindi emin olmasına ama korkuyordu durduğu an da ne halde olacağından.

Bilmek ağır bir yüktü sadece omuzlarında. İnim inim inleten bir ızdıraptı. Neden bütün bu delirmişlik diye defalarca sordu kendine. Oysa farkındaydı, nedeni yoktu. Tezatlıklar ülkesinin zamanındaydı, tatminsizliklerin özgür olduğu ülkedeydi ve kendisi gibi daha bir çok insan. İçinde gereksiz yere ama gereksiz bir özenle yaşatabildiği nefreti, kini, öfkesi vardı bu diyarda. Ağzını açtığı an ejderhanın alevlerine dönüşüyordu sözcükleri. Acının hür olduğu memlekete sığınmak zorundaydı bir müddet. 

Bitmeyen müddet yormuştu ergeni. Sabretmek, nereye kadar! Tırnaklarını göğüs kafesine geçirip yırtarak kurtulmak istiyordu bu elbiseden. Bitsin istiyordu. Sadece bitsin. Yalvarıyordu her an onu şekilden şekle sokan Yaradanına. Çaresizliğin verdiği utanmazlıkla dileniyordu ondan merhametini.

'Beni benden kurtar artık ne olur!' diyordu her gün yeni bir umutla.

4 Ocak 2013 Cuma

Rüya

Hızlı bir şekilde alıp verdiği nefes bacaklarında derman bırakmıyordu. Göğüs kafesi, kalkıp inen bu darbe karşısında çatlayacaktı sanki. Alnından boncuk boncuk ter damlaları boşalırken tüm vücudu da çoktan sırılsıklam olmuştu. Vücudu acıdan haykırıyordu. Oysa ağzından tek bir ses bile çıkmamıştı. Gözlerinden taşan amansız korku dudaklarına mührü koymuştu. Karanlıktı. Yolunu zar zor seçebiliyordu. Fakat yine de koşmayı bırakmamıştı. Elleri, etrafını sarmış ağaç ve çalı dallarını savuşturmaktan çizik ve kan içerisindeydi. Soluklanması gerekiyordu, biliyordu ama duramazdı, bunu da biliyordu.

Ormanın derinliklerini yırtan baykuşun sesi kızı tüm zerresine kadar titretti. Ses onu toprağa çivilemeye çalışırken dahi direndi ve koşmaya devam etti. Gece dibe vurmuş bir kader kadar karaydı. Gözdeki nur bu çaresizliğe merhem olamazdı ve kız yüzükoyun yere kapaklandı. Önce bileğinden bir sızı feryat etti. Elleri yardımına koşmak için doğrulmaya çalışırken burnundan sessiz sedasız akan sıcak kanı hissetti. Yardım birden ona yöneldi. Kanı durdurmak için debelenen eller onu kendi haline bırakmak zorunda kaldı. Bilek şimdi sızlanıyordu küsmüşcesine. Titreyen yorgun eller kavradı onu ve okşadı yavaşça.

Kızın beklediği çığlık, sessizliğin bağrını acımasızca yırttı. Durmaması gerektiğini bildiği halde hapsolduğu bedene yenik düşmenin bedelini ödemek üzereydi kız. Göremediği çığlığın sahibi ona yetişmişti. Nefesi ensesindeydi. Sesle birlikte beynine hücum eden kan damarlarından yükselirken , onu bir kez daha kendine getirdi. İrileşen gözleri acıyı hissetmiyordu artık. Odaklandığı şeye geri döndü. Koşmak ve yakalanmamak. Ne bileği umurundaydı, ne burnu, ne de ellerine çarpan çalılar. Varlık yokluğa karışmıştı. Çığlık bir kez daha ama daha şiddetli duyuldu. Kız elleriyle kulaklarını kapattı çaresizce. O an ilk kez ay göründü bulutların ardından. Kız göreceklerinden ötürü daha çok korktu. Sesin nefesi geliyordu. Koşmak şimdi faydasızdı. Gözlerini sıkıca yumdu. Delirmenin eşiğine geldiğini fark etti.

'Gözlerini aç', diye emretti nefes. Kalbi nasıl olup da çatlamıyordu bu hıza. Kulaklarındaki uğultu bile onu sağır edecekken bu emre nasıl itaat edebiliyordu. Bağırmak istiyordu tüm gücüyle. İçindeki son gücü haykırmak istiyordu kız ama mühür kırılmıyordu. Kaçacak yer yoktu, bitmişti, yapacak bir şey kalmamıştı. Elleri hala kulaklarında, kısacık süren o anda, bir ömür geçti sandı. Gözlerini ölüme kapar gibi açarken karşısındaki ecelini göremeden kendi çığlığına uyanıp, ter içinde yatağında doğruldu.