‘Baba korkma! Korkma ben seni korurum!’
Nefes nefese fırlıyorum yataktan.
İstemsizce sağ bileğimi tutuyorum. Bir rüyada insan acıyı bu denli nasıl
hisseder? Sakince yatağa oturuyorum. Gerçek olmadığını bildiğim halde elimi
titreyerek çekiyorum bileğimden. Bir şey yok ama acısı hala orada. Kendime
gelmem dakikalar alıyor. Birden,
‘İyi de o gece beni köpek
ısırmamıştı ki!’ diyorum kafam karışarak. Isırdı mı yoksa diye şüpheye düşüyorum.
Otuz küsur seneki bir
olay nasıl oluyor da kâbus gibi çöküyor üzerime, anlayamıyorum. Rüyalar kendimi
bildim bileli bir mesaj taşır bana. Üstelik sadece benimle ilgili olması da
gerekmez. Çevremde samimi olmadığım kişilere ait haberler de gelir kimi zaman.
O yüzden hiç hafife alamam onları. Unutup gidemem, sabah gözlerimi açtığımda.
Kimisi bir destan gibi uzun, kimisi unutulmaz detaylara sahip olur. Yorgun kalktığım
sabahları bilirim başka bir âlemde uyanıkmışım gibi. Rüyalar âleminin efendisi
olan bir Yusuf değilim elbet. Benimkiler de kendi çapınca, kendim kadar
derinlikleri.
Kalp atışlarım düzelince
gördüğüm şeyleri hatırlamaya çalışıyorum ama hayretle silindiğini fark ediyorum
zihnimde. Ne kadar zorlasam da gözümün önüne gelmiyorlar. Tek bir detay olan köpek
ısırığı kalıyor sadece. Köpek düşman demek, biliyorum anlamını. Üstelik ısırmış,
zarar göreceğim. ‘Yine mi?’ diye geçiriyorum içimden. Bir bıkkınlık... Isırılınca bakarım
çaresine diye iç geçiriyorum.
Yatağın içine kıvrılsam
da uyku tutmuyor. Gecenin üçünde işin yoksa dal şimdi diyorum. En az iki saat
dön babam dön. Ne ayaklar ısınır ne eller. İstersen üç kat çorap giy bana
mısın demez. Ayağın soğukluğu delirtir, uykusuzluk gerer. Bir de düşman varmış üstüne!
‘O köpek beni niye ısırdı
ki?’ diye kafama takılıyor yeniden. Üç, dört yaşlarımdaki o güne geri dönüyorum
zar zor. Bu gizemi çözmeliyim diyorum. Oldukça eski bir mahallede yürüyoruz.
Yanımda babam, tutmuş elimi. Üstümde kırmızı bir tulum. Hava ılık. Vraklayan
kurbağa sesleri. Kafamı kaldırıp aya baktığımı hatırlıyorum. İçimde hiç korku
yok. Nereye gidiyoruz, kimin yanına, hangi şehirdeyiz bilmiyorum. Annem neden
yanımızda değil söylenmişse bile o yaşta anlamam ne kadar mümkün…
Biraz daha zorluyorum
kendimi ne olmuştu o gece diye. Babamın bıyıkları geliyor gözlerimin önüne.
Hafif kıvırcık saçları. Saçları beni şaşırtıyor, saçları dökülmemiş! Göbeği de
yok! Tuhafıma gidiyor bu görüntü. Sanki babam değil. Ben başka, o başka. Bu
şaşkınlık anı beni farklı bir güne götürüyor; içindekilerin kökleri kadar eski, şehrin içinde ayrı bir cumhuriyet gibi kendine has gelenekleri olan gecekondu mahallemize.
Kardeşimle heyecan içindeyiz. Vakit yaklaşmış. Gözlerimizi köşe başına dikmişiz.
Caddeden kırmızı belediye otobüsü geçiyor. İkimiz de hazırız. Ve babam görünüyor. Maraton
koşucularına taş çıkarır gayretle atılıyoruz. Kardeşim taşlı yolda bir iki
sefer tökezleyip düşüyor. Ağlıyor bana yetişemediği için. Tozlu elleriyle gözyaşlarını siliyor, suratını çamur yapıyor. Yine de kalkıp devam
ediyor. Babam kollarını açmış. Yüzünde kocaman bir gülümseme. Tüm mahalle
biliyor bu anı. Şahit olmuş defalarca. Ayıp karşılamıyor artık. Babam onları
umursamıyor en başından. Kollarını her seferinde sonuna kadar açıp bizim ona
sarılmamızı bekliyor. İki kardeşi kucaklayıp, öpüyor. Güçlü kollarında taşıyor
eve kadar. Bu gösteri senelerce devam ediyor. Yüzündeki aynı gülümseme o gece
de var bir anda fark ediyorum. Gülümsemesi gözlerinin içine kadar girip
parlıyor, karanlıkta bile görüyorum. Neden korkmadığımı anlıyorum. Yol boyu
ilerlemeye devam ediyoruz. Ben sağa sola bakınıyorum. Dar bir sokak görüyorum.
Kapkaranlık. O karanlıkta bir tren bana bakıyor. Şaşırıyorum. O anı bir daha
düşünüyorum. Evet, bir tren, çok eminim. İyi de sokakta işi ne? Biliyorum ki
mahallenin kenarında tren rayları var. Karıştırmış olmalıyım çocuk aklımla
diyorum. Yine de anımda duruyor öylece kendinden emin. O küçük çocuğa dar bir
sokaktan bakan, karanlıkta saklanmış bir tren. Korkutmamış beni diyorum.
Gülümsetiyor bu düşünce. Konuşmadan ilerlemeye devam ediyoruz. Niye hiç
konuşmamışız acaba diyesim geliyor. Yine gülüyorum. Çocuklar meraklı sorular
sormaz mıymış o zamanlar? Yoksa bize susmayı o zamandan mı öğretmişler… Aklımda
tren, belki o yüzden susuyorum. Belki de daha o zamandan neyi kendime saklamam
gerektiğini hissediyorum. Yürümeye devam. Kurbağalar gürültücü. İyi de bu
köpekler hani nerde? İki taraflı evlerin sıralandığı bir sokağa giriyoruz.
Bahçeleri hatırlıyorum. İçinde ağaçlar, çiçekler, asmalar. Kimi bahçenin önünde hafif tepelikler, kötü kokuyor. Yüzümü ekşitiyorum. Elimle burnumu kapatıyorum. Bir iki tavuk gıdaklıyor bahçelerin içinden. Babamın sesi çıkıyor nihayet. Az kaldığını söylüyor. Ve
gerilerden gelen köpek sesleri nihayet duyuluyor. Babamın telaşla bana
baktığını fark ediyorum. Babamın gülümsemesini göremeyince yüreğimde bir
ürperti. Köpek sesleri daha güçlü duyuluyor. Babamın adımları hızlanıyor, ben
koşturuyorum niyesini bilmeden. Yetiştik, bak şurası, annen bizi bekliyor diye karşıdaki bir evi
gösteriyor babam. Babamın paniği içime işliyor. Eve girmeden köpekler arkamızda
beliriyor. Babam bana doğru eğilmekte. Babam korkuyor. Beni kucağına alacak.
Bir anda olan oluyor. Babamın önüne geçip kollarımı açıyorum.
‘Korkma baba! Ben o köpekleri döverim!’ diyorum.
Beni bir gülme alıyor o anın görüntüsü karşısında.
Sırtım dönük, babamın tepkisini bilmiyorum. Muhtemelen ne yapacağını
şaşırmıştır. Gerisi bir türlü aklıma gelmiyor. Nasıl burada biter en heyecanlı
yerinde diye kendi kendime kızıyorum bir yandan gözümde yaşla. O zamanlar ne de
cesur muşum diyorum. Köpekler sonrasında ısırdı da korkup bu anıyı derinlere mi
gömdüm acaba diye düşünüyorum. Travmaların uçuştuğu bu son yıllarda ben de
rüyam sayesinde birini çözdüm diye seviniyorum. Listeden biri daha silindi
diyorum komik bir durum yaşanmış gibi dalga geçerek. Köpeğin ısırıp ısırmadığı
kafama takılıyor. Sabah olunca babama sormaya karar veriyorum. Ayaklarımdaki
sıcaklık uykuya hazır olduğumu belli ediyor. Bir iki dönüşe kalmaz uyurum
diyorum. Başka bir rüyaya dalıp gidiyorum.