12 Şubat 2023 Pazar

Hop Hop

Neredeyse bir saat olacak. İp kafesle çevrili trambolinde zıplamaktan ter içinde kalmış oğluma bakıyorum. Bu ne enerji! Bakışlarım trambolin çevresinde gezinirken alttaki yazıya takılıyor.

'Bir saat beş lira. İki saati yedi buçuk lira.' Derken derken yok artık,

'Tüm gün elli lira.' Daha neler! Dertleri çocukları öldürmek mi? Oğluma bakınca ne kadar zıplayabilir ki diye düşünmeden edemedim. Belki bıraksam gerçekten de saatlerce zıplayabilirdi. Oturduğum yerde kendimi yorgun hissettim. Tek elim kıpırdamadan, popomun üzerinde oturmak yormuştu beni. Garip! Bir çocuğa, bir kendime baktım. Hiçbir şeye aklı ermeyen, her adımı hatalarla, şaşkınlıkla dolu geçecek belki on beş, belki yirmi, belki de otuz yıllık bir zaman. Buna rağmen gücün, kuvvetin, enerjinin doruklarında gezinip, onu pervasızca harcamak. Ve ben yaşlarına gelip dinginliğe, bilgiye, deneyime ulaştığında sahip olduğun bu nimetleri kaybetmeye başlamak. Tahtırevalli gibi, terazi gibi, kum saati gibi birinin gelmesi için gitmesi gereken diğeri. Kafam karıştı, hüzünlendim önce. Sonra bir kızgınlık peydah oldu. Neden dedim içimden neden? Neden bir insanın onlarca küsür yılı heba olup gidiyor anlamadan, bilmeden? Küçük maymunlar gibi etrafta hoplayıp zıplayarak, itişip kakışarak, deliler gibi bir enerji içimizden fışkırırken onu heba ederek geçiyor anlayamadım. Üstelik bir saatten sonra yalvarsan bile tutamıyorsun içinde. Ne acı!

Oğlumla birlikte sırılsıklam olmuş çocuklara bakmaya devam ettim. Dışarısı soğuk, onlar alev atıyor. Alevi kendi teriyle söndürüyor. Yazık oldu diyorum onca güce, boşa gitti. Biraz da bana versen ya! Gözüm torununu getirmiş bir dedeye takılıyor. Görüntü içimi daha da acıtıyor. Bu ne dengesizlik! Sonra kendi kendime,

'Yo niye dengesizlik olsun ki!' diyorum. Her şeyin bir bedeli var bu dünyada. Bu kadar aç gözlü olma diye söyleniyorum. Hem çocukluk, hem gençlik, hem ihtiyarlık aynı anda senin olamaz.

Açılan kapıdan bir rüzgar içeri savruluyor. Ürpertiyor. Zihnime bir dinginlik geliyor. Hücreler birbiriyle iletişime geçiyor. Başlıyor bir hayal.

'Bu enerji acaba nasıl toplanır? Güneş enerjisini, suyun, rüzgarın enerjisini toplamıyorlar mı bu da toplanır belki.'

İstemsizce bir gülme geldi çocukları sömürmeye çalıştığımı düşününce. İlla bir işe yarattıracaktım onları. Çocuk işçiler!

'Yok ya ne çocuk işçisi! Onlar keyfine bakarken giden şeyleri yakalamak benim derdim', diyorum hala içimden gülerek. Dudaklarımı ısırıyorum, biri benim kendi kendime güldüğümü görüp garipsemesin diye. Etrafıma bakınıyorum çaktırmadan. Kimi çocuklara, kimi kendi aralarında sohbete dalmış. Camların neredeyse dışarıyı göstermeyecek kadar buğulandığını fark ediyorum. Ruhum daralıyor. Sanki herkes oksijeni tamamen emmiş de nefessiz kalacakmışız gibi bir his. Kendimi dışarıya atıyorum. Bir oh çekiyorum soğuğun yüzümü yalamasıyla. Titriyorum ama olsun, iyi geliyor. Babaların çoğu dışarıda, ağızlarında sigara, ellerinde telefon ya konuşuyorlar ya internet sayfalarında geziniyorlar. Soğuğun etkisini azaltmak için ileri geri yürüyüşe başlıyorum. Başlamamla içerideki düşünceler akın ediyor.

'Nasıl toplanır bu enerji? Nasıl? Hareket enerjisi', diyorum ve dank ediyor. 'Su ve rüzgar da hareket değil mi? E o zaman hareketten elektrik oluşuyor. Evet, evet', gözlerimi sıkıyorum sanki kaçmaya çalışan bir şeyi yakalayacakmışım gibi. 'Bu zıpzıpların altına o hareketi toplayan bir şey konsa, sonra o elektriğe dönüştürülse al sana toplanmış enerji'. Bir evreka edasıyla seviniyorum. Dünyayı kurtardım. Kıkırdıyorum sonra, benimkisi Amerika'yı yeniden keşif. Kesin birinin aklına gelmiştir bu düşünce deyip telefona atılıyorum.

'Hareket enerjisi nasıl elektrik enerjisine dönüşür?' yazar yazmaz bir sürü sayfa. Bir ona bakıyorum, bir buna. Videolar bile var. Hep akü var elektriğin toplanması için ama ilk nasıl toplanmış bir türlü anlayamıyorum. Şimdi hazır aküyü almakta ne var. Derken yıllar öncesinin bir haberi. Memleketin meslek okullarından birinde çöplerden toplanan malzemelerle yürüdükçe oluşan enerjiden elektrik üreten ayakkabı. 'İşte bu!' diyorum. Bir rahatlama doluyor içime. Sonra fark ediyorum ki bunun patenti de alınmamış, bir işlem de yapılmamış. Üstüne seneler, seneler geçmiş. Acıyorum. Beyin var ama icraat yok! Ve tabi ki yabancı ülkeden bir haber ve aynı haber. Enerjiyi toplayan spor ayakkabısı üretilmiş, üstelik o çocuklardan sonra. Yazık! diyorum içimden. Ülkenin kaderi bu! Sayfalar açıldıkça yine Avrupa'da yolların altına döşenen düzenekle, yürüdükçe enerjinin toplanabildiğini görüyorum.

'Vay be! Aklın yolu bir işte!' diye seviniyorum bir taraftan. Ne yapalım, diye geçiriyorum. Sonuçta aynı dünyada yaşıyoruz. Bir, tek, eşsiz ve ortak olan bu müthiş dünyada. Birileri yapsın da kim yaparsa yapsın diyorum. Yeter ki dünya bizim verdiğimiz zararlardan yine bizim çabalarımızla kurtulsun.

İyice üşüyorum artık. İçeri giriyorum tekrar. O terden nemlenmiş, oksijeni sömürülmüş alana. Saate bakıyorum, iki saat dolmak üzere. Benimki doyamamış zıplamaya. Hadi dedikçe mızıldıyor. Biraz daha diyor. Yeter artık, diyorum, ben yoruldum. Gözünde yaşlarla iniyor, sanki teri yetmemiş içindeki suyu boşaltmaya. Öpüyorum yanaklarından. Kıyafetler perişan. Acele değiştiriyorum ne varsa. Aman hasta olmasın! Ne yaparsa yapsın ama hasta olmasın. İster yılları boşa geçsin, ister hatalar yapsın, ister öğrenmelere doyamasın, ister doğadaki tüm minik canlılar gibi boğuşarak evrilsin ama hasta olmasın, diye düşünüyorum. Elinden tutup hoplaya zıplaya çıkıyoruz dışarıya.

Hiç yorum yok: