27 Şubat 2023 Pazartesi

Sorun Sorun Üstüne

Sabahın altısı. Gün ağarmasına bir saat var. Diğer odada alarm sesi. Yine uyanması gereken kişinin yerine ben uyanıyorum. İçimde kabaran öfkeyle tam bağıracakken bir bıkkınlık hissi. Ağız dolusu boşalan bir nefes ve sonrasında anlayışlı bir annenin sesi,

'Oğlum uyan.'

İçeriden  uyanmayacağı tonundan belli uyku semesi bir cevap,

'Tamam.'

Saat altı buçuk. Otomatik tavırlarla telefonun alarmını kapatıyorum.

'Saat altı buçuk oldu. Çabuk kalk!' 

'Tamam.'

'Çabuk diyorum sana.'

'Bi dakka kalkıyorum.'

'Bi dakkaya uyursun. Kalk dedim.'

'Kalktım.'

Saat yediye beş var.

'Anne ben çıkıyorum.'

'Tamam, geldim.'

Kalkıp kapının önünde öpüyorum yanaklarından. Sıkıca sarılıp iyi dersler diliyorum. Merdivenleri inerken el sallıyor bana. Bakıyor el sallıyor muyum diye. Gözden kayboluyor. Kapatıyorum kapıyı. Yatağa dönesim yok. Ortalık aydınlanmış. Kahvaltı için erken. Geçiyorum bilgisayarın başına dizi izlemeye. Uykum gelsin de yatayım istiyorum. Gözlerim mayhoş mayhoş bakıyor. Uyusaydım iyiydi diye geçiriyorum. Bir yandan da yatınca uyuyamıyacağımı biliyorum. Bir kaç bölümden sonra sıkılıyorum. Telefonu kurcalarken depremle ilgili bir video dikkatimi çekiyor. Depremde yıkılan binalar, ölen canlar, evsiz kalan insanlar, izdiham, soğuk, açlık, sefalet, kızgınlık, öfke, kabulleniş ve kader... Yine her telden söylem. Ölen insanların suçlusunu bulmak, yaşanan felaketin acısını çıkartmak, bir yandan yaraları sarmak her deprem sonrası gerçekleşen ana maddeler olarak sıralanmış. Ve değişmeyen bu sürecin yarattığı sinir ve çaresizlik insanları ikiye ayırmakta. Kadere inanmayanlar, kadere boyun eğenler...

Bundan bir kaç yıl önce yaşanan virüs salgınındaki olay ve tepkileri düşünüyorum. Öncesinde yaşanan ekonomik krizi, bir öncesinde savaşı.Travmatik olaylar seyri diyorum kendi kendime. İnsanlık tarihini irdeliyorum. İnsan ya yavaş öğreniyor ya yavaş gelişiyor, belki de hiç değişmiyor. Hep aynı tepki verilmez ki diye serzenişte bulunuyorum. Sebep ne olursa olsun gidişatın tıpatıp aynı olması... Bir anda zincirleme bir reaksiyonla  arkadaşıma sudoku öğretme süreci aklıma geliyor.

'Aynı satırda ve sütunda her rakamdan bir tane olacak. Bu kadar basit. Anladın mı?'

'Evet.'

Bir hafta sonra,

'Kaç tane yaptın?'

'Ben bunu yapamıyorum. Kızma! Gerçekten denedim ama kafam almıyor benim.'

'Tam olarak neresini almıyor?'

'Hiçbir yerini.'

'Peki öğrenmek istiyor musun?'

'İstediğimi biliyorsun!'

'Neden?'

'Artık değişmek istiyorum.'

'Öyleyse seninle birlikte adım adım ilerleyeceğim. Bana fotoğrafını çek gönder.'

İlk sudoku bittti. Derken iki, üç, beş, on. Her gün bir tane. Ve her seferinde aynı sorun,

'Bu rakamı neye dayanarak buraya koydun?'

Cevap yok.

'Öylese bu işin kurallarını bir koyalım önce,

Kural 1: Kesin bilgi üzerinden gitmelisin. Sana ip uçları verilmiş. İyi incele. Varsayıma güvenme! Farkında mısın bilmiyorum ama günlük yaşantın da varsayımlar üzerine kurulu. Ya şöyleyse ya böyleyse diye. Ortada fol yok yumurta yok sen tonla hikaye uyduruyorsun kafandan ve insanları söylemedikleri şeyler için kesin öyle der, düşünür, yapar diye damgalıyorsun.'

'Haklısın!'

Haklı olmamın kime faydası var ki!

İkinci haftada nihayet bir kıvılcım çıkar gibi oluyor. Mutlu hissediyorum. Karşımdakiyse sabırsız. Bir an önce kendini kanıtlamanın derdinde. İlk seferdekilere benzer hatalar; tek farkla,

'Neden üçü değil de altıyı seçtin?'

'Yani, ikisinden biri gelmek zorunda.'

'Ama neden altı? Kesin bilgin var mı?'

'Yok.'

'Kural 2: Yüzde ellilik bir seçim zanna dayalıdır. Birini seçtiğinde sonucun doğru çıkması senin bilginle ilgisi olan bir durum değil. Kural bire geri dön.'

'Anladım.'

Bu anladımın üzerinden aynı hata bir hafta daha sürdü. Fakat çözme hızında bir gelişme oldu ve bana gönderilen fotoğraf sayısı azaldı. 

'Biliyor musun sanırım bu sudokudan zevk almaya başladım. Fırsat bulduğum her arada elim ona gidiyor. Hem geçen iş arkadaşım beni çözerken görünce 'O! Sudoku mu? Harika! Ben beceremiyorum', dedi. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Sayılar eskisi kadar korkutucu gelmiyor gözüme.'

Kocaman bir rahatlama hissi,

'İsteyince yapabileceğini biliyordum. İki haftaya orta seviyedekilere geçebilirsin. Ha gayret!'

Ve tökezlemeler peş peşe sıralandı. 

'Bir daha dikkatlice bak!'

'Sütunu kontrol et!'

'Orada aynı rakamdan görüyorum sanki! Yeniden çöz!'

'Niye o rakamı seçtin?'

'Kesin delilin ne?'

Bir hafta didindik durduk. Sanki başa döndük.

'Kural 3: Mantığını anlayana kadar yaptığın yanlış ile sonrasında yaptığın yanlış; siyah ve beyaz kadar farklıdır. İlkinde bilinçsizlik, ikincisinde dikkatsizlik söz konudur. ilkinde affedilirsin ama ikincisinde cezayı hakedersin.'

Bir mızmızlanma aldı başını yürüdü,

'Bence bunda bir hata var.'

'Bir türlü bulamıyorum. Bence yanlış.'

'Yok işte yok!'

'Kural 4: Gözünün önünde duran bir rakamı sen göremiyorsun diye yok sayamazsın. Senin göremediğini bir başkası rahatlıkla görebilir.'

Nihayet orta seviyeye kutlamalarla geçtik. Geçtik geçmesine de ne sorunlar değişti, ne şikayetler.

'Bu daha zormuş. Diğerleri neydi ki canım! Bir de o kadar gözümde büyüttüm durdum. Fakat bunu yapabileceğimden emin değilim.'

'Gerçekten bunlar çok zor!'

'Bir hata olmadığına emin misin?'

'İki gündür bundayım ama hala bulamıyorum.'

'Kural 5: Her rakamın bir yeri olduğuna göre olmaz diye bir şey yoktur. Bahaneler üretmek, kaçmak demektir. O an için olduramayan, sonuca ulaşamayan, yeterli dikkati verememiş olan kişidir. Karmaşıklık sırasına göre basitten zora doğru gidilerek gelişimde yol alınır. Sabretmeyi bilmelisin.'

Orta seviyede geçen dört haftanın sonunda artık ne bir şikayet ne bir hayıflanma geldi. 

'Biliyor musun geçen iş ile ilgili bir sorun çıktı ve bil bakalım ben ne yaptım? Hiç paniklemedim ve sudokuda söylediğin kurallara göre hareket edip gözden kaçırdığım şeyi buldum. Anlatamam sana nasıl kendimle gurur duyuyorum.'

Gözlerim mi doldu ne? Kalbimde bir çarpıntı, bir burukluk, bir heyecan, bir, bir, bir... 

'Ben de seninle gurur duyuyorum. Ve son kez özetle şunu söylemek istiyorum. 

Kural 6: Sudokuda zaten tamamlanmış bir tabloyu yeniden tamamlıyoruz. O ne eksik, ne yanlış, ne çözülmeyi bekliyor. Sadece görmemizi istiyor.'

Sudoku üzerinden çıkarttığım bu kuralların hayatın ta kendisi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Basit bir sorunla başlayan yaşam her katettiğin aşamada zorlaşsa da kendini tekrar ediyor. Her sorun bir çözüme, her çözüm başka bir soruna gebe. İlerlemek dediğin şey daha büyük belaların içine atılmak mı?

Saate bakıyorum öğleni geçmiş. Boş düşüncelerle işin ne diyorum kendime, git işlerini yap. Düşünerek evi temizlemenin bir yolu henüz bulunamadı. Hem düşünsen ne olacak, faydan kime? Bak problem çözmenin de bir anlamı yok. Sonuçta daha büyüğüne davetiye. Bırak olduğu gibi kalsın diyorum dediğime inanmayarak. Buraya nereden gelmiştim diye ipin ucunu bulmaya çalışıyorum. Sonra hatırlıyorum deprem videosunu. Depremdeki evleri. Müteahhitleri. Japonya'yı. 

Japonya'nın depremden daha büyük bir sıkıntısı olmalı demek ki diyorum; bunu aştıklarına göre. Japonya hakkındaki bilgileri düşünüyorum; böylesine gelişmiş, zengin, ferah, çalışkan, köklü bir kültüre sahip, doğayla barışık, birbirlerine saygılı, en azından bizim gördüğümüz kadarıyla, bir ülkenin nasıl olur da çok büyük bir derdi olur? Bir anda aklıma intihar vakaları, insanların kimliklerini değiştirerek ortadan kaybolmaları, nüfusun giderek azalması, bilim kurgudan çıkma tuhaf sanal sosyal ilişkileri geliyor. Kim bilir daha bilmediğim neler var diyorum. Yalnızlık ve mükemmelliyetçiliğin getirdiği baskı! Hatadan öleyisiye utanç duyma! Toplumdan dışlanma ve sonuç yine ölüm yine ölüm...

Kapı çalıyor. Açıyorum.

'N'aber güzellik!'

Ergenim laf atmayı öğrenmiş. Gülüyorum. 

'Yakışıklımı bekliyorum', diyorum. 

'Çok açım. Ne yaptın?'

'En sevdiğini.'

'Sen bi'tanesin', deyip yanağıma bir öpücük konduruyor. Buram buram bir ter kokusu. Gömleği ıslanmış, kazağı omuzda atılı, tek eliyle ucundan tutuyor. Ellerini yıkamaya giderken çantasını ve kazağını yine ortalık yere bırakıyor. Kafamı iki yana sallayıp önce yerden kaldırmak için eğiliyorum. 

'Buraya gel' diye sesleniyorum sonra.

'Al şunları yerden.'

Alıp odasına giderken mutfağa geçiyorum. Yolun henüz başında olmasına çok seviniyorum.

Hiç yorum yok: