3 Eylül 2012 Pazartesi

Günbegün

Suskun bir gündü. Zaman boğulmanın eşiğinden döndü. Kız günü yitirdiğinde kim bilir daha neleri yitirmişti. Damarlarında kan akmıyordu sanki. Belki kendisine öyle gelmişti, ne önemi vardı omzunu silkeledi yola devam etti. Tam karşısında Güneş bile bıkmıştı gökyüzünden, gün boyu oyalandığı yeri terk ederken aceleciydi. Oysa Ay'a ne demeli? Aynı gökyüzüne hasret, bir çok rakibine rağmen tek olduğunun farkında ihtişamla ışıldadı. Kız bıkkın, kız yitik. Nasıl olduysa geldi kapıya, ayakları, üzerindeki sahibi onu yönlendiremeyecek durumda olan ve gideceği yeri bilen bir at gibi getirmişti yine. Çantasını umarsızca karıştırdı, anahtarlarını bulmak için. Buldu, bulamamacasına. Dışarıda ezan sesinin son nağmesi, kapının eşiğinden girerken onu son anda duyan kızla dalıverdi içeriye. Kız sevmezdi karanlığı. Ezbere bir hareket ve ışık yandı. Susmanın ağırlığını bıraktı kapıda ve yumuşacık terlikleriyle hafif bir tüy gibi sokuldu huzur bulduğu yegane limanına.

Hiç yorum yok: