2 Aralık 2018 Pazar

Bu Bir İhanet Meselesi

Nerden başlamalı, nasıl söylemeli bazen bilmez insan. İçinde biriken ve taşıdığını anlamadığı bir yükle dolanır dururken, zihninde kavgalar ederken, söylemlerinin provasını sayısını bilmediği kez tekrarlamışken, iş sözcüklere dökülmeye vardığında tıkanır kalır. Önünde neyin olduğunu, onu kimin durduğunu bilmeden susuverir. İçerden güçlü bir itiş, dışardan ise görünmez bir kuvvet, insanı arada bırakır ve sıkıştırdıkça sıkıştırır. Nihayet dayanacak gücü kalmaz. Nihayet bir karar vermenin son raddesindedir. Nihayet güvenli limanını terk etmelidir. Göğsünden yiyeceği tüm hançerlere, sırtından vurulacağı bütün oklara artık razıdır ve nihayet o an gelir...Konuşur!

Kafamın içindeki çılgın ise hiç susmaz. Onun böyle kaygıları yok. Alabildiğine geveze. Ben sessiz sakin bir şekilde volkanlarla ilgili belgeseli izlerken, içimdeki canavar bir anda uyanıverdi. Beni öldürmek için yapacağı tek şey var. Konuşmak! Dikkatini ise belgeselde bilgisayar efektiyle gösterilen dünya kabuğunun altındaki magma çekti. Gördüğü şeyle irkilmişti.

'Devasa büyüklükte bir ocağın üzerindeki, pişmeye hazır yiyecekler gibiyiz', dedi. Kabuk öylesine inceydi ki! Belki de ilkokuldan itibaren bir kaç sefer daha önüne gelen bu bilgi, o ana kadar boş ve anlamsızdı. Bildiğini zannettiği şey, ezberlenmiş cümlelerden ibaretti. İçi ise şimdi gördükleriyle dolmuştu ve bu onu korkutmuştu. Gerçek bilgi, ürperticiydi! Volkan patlamalarının tarihçesi anlatılmaya devam ederken, zaman denilen kavramı düşündü. İnsanların ne kadar çabuk unuttuğunu... Balık hafızalı demek bu muydu? İnsanlar unutmaya programlanmış olmasalardı tarihe, yazıya, masallara ve mitoloji ihtiyaç olmayacaktı demek ki. Yoksa neden binlerce, binlerce yıl önce patlamış bir volkanın oluşturduğu çöküntünün üstüne yerleşsinlerdi ki? İnsan bu kadar cesur ya da aptal olabilir miydi? Cesaretse neye karşı? Doğaya mı? Aptallıksa zaten bunun bir çözümü yok, bu biliniyor artık.

'Yaşama ne demeli peki?', dedi çılgınım. 'İnsanın yaşaması bir aptallık değil de ne? Görmüyor musun ne üzerinde yaşıyoruz? Evet sağlam bir hikayemiz var. Kahramanın başına bu kadar çorap örülemez. Hiçbir yazar bu kadarını öremez. Ve ördüyse bile sona doğru bir değişim gerçekten muazzam olmalı. Düşünülebilecek en okkalı dönüşüm. Hem büyüleyici bir güzellik hem de korkutucu bir tehlikenin içinde yaşayan, seni yaşatanın bir gün yok edeceği bir büyünün içindeki minik ama -demek ki- oldukça büyük bir gücü içinde barındıran ve sonunda beklenmedik bir gelişme gösterecek olan insan. Sence de okumaya değmez mi?' diye sordu bana. İstemsizce 'Evet!' dedim. Söyledikleri ilgimi çekmişti.

Derken belgeselde volkanik bir patlama gösterildi. Çevresinde ne varsa yok eden bir patlama. Ve 'tarih kendini tekrar ederse' diye bir cümle geçiverdi. Bir an için susan çılgınım için kaçınılmaz bir fırsat.

'Tarih neden kendini tekrar eder? Ölüm- doğum, doğum- ölüm. O büyük patlamayı görmedik, şahit olmadık. Zamanın birinde birileri gördü', dedi ve ani bir suskunluk oldu. Bir şey fark etmişti. Bekledim. Ne söyleyeceğini merak ettim. Aniden sustuğu gibi aniden konuşmaya başladı.

'İyi de ben patlama görmedim. İkinci dünya savaşını görmedim. Diğer savaşları görmedim. Sanayileşme devrimini, rönesansı, imparatorluk dönemlerini, sadece tarımın olduğu bir zamanı hatta hayatın bir tek sağ kalabilmek için uğraşıldığı, mağaralarda yaşandığı, kıyafetlerin olmadığı bir anı görmedim. Ben önemli olan anların hiç birini görmedim. Benim tek derdim, tek derdim...'. Cümlenin sonu gelmedi. Çılgınım bocalıyordu. Onu sıkıştırmadım. O sıkıştırmaya gelemezdi. Birazdan nasıl olsa çözülürdü.

'İşte bu!' dedi evreka der gibi. 'Tabi ya! Bizim tek derdimiz suni saçmalıklar! Ve hiçbir gerçek problem şu an şahit olduğum şeye sebep olmadı. Ne savaşlar ne açlık ne hastalıklar hiçbiri ama hiçbiri benim yaptığımı yapamadı dünyaya. Ben öyle acınası bir nesilim ki hiçbir nesil böylesine bir dönüm noktasına sahip olmadı', derken heyecanının doruğundaydı. Neymiş bu kadar kötü olan şey diye soluğumu kesmiş onu dinliyordum.

'Anlamıyor musun?' dedi bir yandan da beni takip ederek. Salaklığıma şaşıyor olmalıydı. 'Düşünsene, bir düşün! Öyle bir çizgiye geldik ki geride kalan her şeyi silip süpürecek ve önemsiz kılacak. Tüm yaşananlar işte şimdi gerçek bir tarihe dönüşecek'.

'Yeter, söyle hadi', dedim.

'Bu sefer feleğin tekerine çomak soktuk. Öyle bir soktuk ki içinde olduğumuzu unuttuk. İhanetin en büyüğünü yaptık. Nihayet dönülmez nokta geldi işte'. O bunları söylerken kendimi bir garip hissettim. Ne diyeceğini biliyordum aslında. Beni uzun zamandır rahatsız eden ve artık dayanamayacak bir suçluluk duyguna sürükleyen yegane derdimdi. Yapabileceğim bir şeyin gerçekten olup olmadığını sorguladığım, kah umutlanıp, kah kahrolduğum, içimdeki girdaba yakalanmış gerçek bir dert...

'Hepsi boşuna', dedi. 'Ne boğazındaki düğüm, ne yüreğindeki sızıntı, ne de gözlerinde biriken yaşlar...Hiçbiri ihanetenin ne kefareti olacak ne de bedeli. Her şekilde suçlusun, suçluyuz. Bilmem kaç milyar yıldır yaşamını sürdüren yuvamızı, biz sadece tek asırda mahvettik. Hangi ihanet, hem de böylesine ölümcül olanı, karşılıksız kalır? İşte buna adalet denir ve adelet bizim zaman anlayışımızla paralel gitmez. Sen böylesine bir ana şahit olmakla cezalandırıldın. Tarihin tekrarı denilen şey budur belki kim bilir. İnsanlığın tüm bu zaman zarfında başlangıçtan sona kadar herkesin payına düşeni yaşaması, bir önceki neslin yaptıklarını değiştiremememiz ve sonuca yaklaşırken son neslin en büyük acıya katlanması. İnsanlık tarihi süresinde yaşamış milyonlarca insanın bir bayrak yarışı gibi ilerleyerek bugüne gelmesi ve hep aynı hata. Bir lanet mi bu? Neden birimiz bile akıllanamadık? Yo yo. Akıllananlarımız tabi ki vardı. Sistem hatası gibi, bilgisayar virisü gibi onları yok ettik, diğer ne varsa yok ettiğimiz gibi. Hem gerçek anlamda iyilerin, hem de kötülerin sayıca değeri hep azdı yani farklılık dediklerimizin. Ve biz farklıklıklardan hep nefret ettik, korktuk, dışladık. Estetik ameliyatlar gibi tek bir yüze büründürdük. Şimdiyse nefretimiz öyle bir noktaya vardı ki yok ettiğimiz dünyada yaşayabilsin diye robotlar yapıyoruz. Bize benzetiyoruz ama biz kimiz?'.

Bu sefer çılgınım gerçekten sustu. Yorulduğunu hissediyordum. Söyleyeceğini söylemişti ve söyledikleri onu yıprattı. Belki de konuşmanın saçmalığını anladı. Konuşma anı kaçmıştı. Sıkıştığı o arafta tarafını susmaktan yana kullandığını fark etmişti belki de. Şimdi konuşmaya hakkı yoktu.

Hiç yorum yok: