28 Kasım 2018 Çarşamba

Ben Seradaki Sebze, Sen tarladaki

Daha az önce, tam da biraz önce yine kafamdaki o çılgın konuşmaya başladı benimle. Üstelik işim başımdan aşkınken, yetişmesi gereken tonla döküman, gitmesi gereken mailler, alınması gereken fiyatlar, araştırılması gereken firmalar varken çöktü tepeme. Bir anda ne yaptığımı unuttum. Teslim olmamam mümkün değildi. Kendi haline bırakıp, konuş bakalım dedim.

'Kızım sen seradaki sebzesin', dedi bana. 'Senin gelişebilmen için gerekli tüm argümanların, sana verilmesine muhtaçsın. Ne güneşin güneş, ne minerallerin doğal. Arada bir de pohpohlanman gerekiyor tabi, yok hormonla, yok vitaminle. Desteklenmezsen çökmen an meselesi. Devamlı ilaçlanman lazım, dezenfekte olmalısın. Mazallah bir hastalanırsan kurtulma şansın çok az. O da az biraz dişli çıkarsan ne ala. Senin gücün bile yapay naber. O kadar tutanın var ki sağından solundan, yalnız kalsan bitersin. Dibi boylarsın bir anda. İşte o yüzden sürekli eğitilmek zorundasın ki dik durasın. Senin dışındaki bir çok kişi, muhtemelen oraya ait olmadığını biliyor zaten. Sırf bu yüzden tonlarca bilgi, donanım, yenilik denen gelişim teknolojileri ile etrafını öyle bir sarıyorlar ki sen ne olduğunu bile anlamadan şapşal bir yüz ifadesiyle onlara bakıyorsun. Sana, '' bu kadar eğitimle yapamıyorum deme bana'', diyorlar ki hem kendini dedikleri o kişi sanasın hem de onlara teslim olasın. Bak! Senden başka herkes akıllı. Neyi, nasıl kullanacaklarını bilen insanlarla çevrilisin. Mutsuzum deyip duruyorsun ya bana. Mutluluğu hak ediyor musun acaba kendine bunu cidden düşünüp soruyor musun? Dön bak geriye. Her şeye muhtaç biri nasıl mutlu olabilir ki? Gerçi sen de haklısın. Köle olan bir insanın köklerini koparması çok zor.

Zavallı sebzecik! Bari yanlışlıkla açık kalan bir pencereden gelen minik arı, senin tozlarını alsa da uçsuz bucaksız  yamaçtaki çiçeğe konsa. Oradan rüzgar esse ve sen olman gereken toprağa düşsen. Güneş, sıcacık ısıtırken düştüğün toprağı sen esneyerek uyansan. Köklerin sarsa etrafı. Derken o minik dalların görünse. Çiçek açsan. Köklerin alman gereken mineralleri almak için donatılmışken, yaprakların emebilecekken gazları, güneş tependeyse ve yağmur yıkıyorsa seni, meyve vermekten başka çaren kalır mı? Üstelik kimsenin yardımı olmadan sadece kendi başına. Kendi başına çoğalırsın o zaman. Kendi başına beslersin o minik arıyı, karıncayı, seni hasta ettiğini zannettiğin yaprak bitlerini. Dost olursunuz bir anda hepsiyle. Bir bütüne dönüşür döngü. Kimseye gerek olmadığını görünce ne boynun bükülür ne yüreğin sızlar. Zaten yapman gerekeni yapmış olursun özgürce. Ne o minik karınca senden daha fazla ürün ister ne kuşlar seni ayıplar ne de yaprak bitleri seni zorlar. Arılar seni döllerken senin en güzel halinde olduğunu bilir ve sana başka bir gen vermezler. Sen başka bir sebzeye dönüşmezsin ve olman gerektiği gibi mutlu olursun. Zaten mutluluk nedir ki? Tüm fazlalıklarla örtülmüş perdelerin altında kalmış bir acizdir sadece. Sen sadelik ve duruluğunla ona zaten sahipsindir.

Ah seradaki küçük sebzem benim. Yine de üzülme. Sen de seni korumak adına üstüne sıkılan zehirle zehirlerken insanları, her şeye rağmen sana muhtaçlar. Kölelerin seçim hakkı olmaz. Sana verilenlerle mutlu olamasan da mış gibi yaparak hikayeni sonlandır. Zaten ne kadar kaldı ki şunun şurasında?' dedi ve sustu çılgınım. Dediği gibi işler beni bekler. Haydi işinin başına...

Hiç yorum yok: