Hastalık; acı ve üzüntü gibi
korktuğumuz, istemediğimiz, yadsıdığımız, en kötü kabuslarımızdaki gibi ecel
terleri döktüren bir kara beladır. Bize boyun eğmeyi, istemesek bile
sabretmeyi, susup dinlemeyi, belki de ilk kez dönüp kendimize bakmayı öğreten
en acımasız öğretmendir.
Bir kırbaç gibi inerken hastalık
omuzlarımıza, acıyla haykırırken yüreğimiz, kanlı gözyaşları dökerken ve kim
bilir hayat biterken gerçeklerle yüzleşmek ironi midir? Hiçbir şeyin
karşılıksız olmadığı bu dünyada hakikatin bedeli hastalık mıdır? İnsanoğlu şeytan
kadar inatçı ve bir kaya gibi yontulması zor mudur ki, onu dize getirmek için
cehennemin zehirli sularından tatmalıdır dünyada?
Alevlerle çevrelenmişken kaçıp
kurtulmak kolay değildir elbet… Tenini yalarken ızdırap, düşüncelerine tecavüz
etmişken çaresizlik; tahminlerin ötesinde bir güce sahip olmalıdır hasta,
böylesine şiddete maruz kaldığına göre… Bu
denli acımasız bir dertle boğuşurken kavrayabilmek ölümü; ölümün perdesiyle
yüzleşmek, yaldızlarla kaplanmış ve gözlerini boyamış tüm yalanların
silindiğini görebilmek ne büyük bir kudrettir. Hem diptesindir hem göklerde;
hem acizsin, hem yüce. İkilemler, üçlemler… sonsuzluğa varan karmaşa;
hastalıkla sadeleşir, sadeleşir ve gerçek benliğiyle yüzleşir. Ya karanlık olur
dünyan ya da rengarenk ama asla eskiye dönemezsin bir daha; ölür ve yeniden
dirilirsin küllerinden bir Anka kuşu misali. Seni terbiye etmiştir ölüm
meleğinin çırağı.
Her hastalık, değişimdir. Değişimler
devrimle gelir ve devrimler sarsıntıyı da beraberinde getirir. Eski olgu,
yerini devrederken yenisine; unutulmaz ama tarih olarak kalır yalnızca. Değişim
olmazsa, gelişim olmaz ve gelişimsiz bir yaşam unutulmaya mahkumdur. Bu
yüzdendir ki acımasız öğretmeni çok da yermemeli. O sadece görevini yaparken,
bir öğrenci olarak unutulmamalıdır ki, bizim tavrımız da öğrenme sürecinde çok
önemli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder