12 Aralık 2015 Cumartesi

Düşün'ce...

***
Karşısındaki gencin, hayata sanki her şeye itiraz etmek için gelmiş olan tavırlarına anlam veremedi; cıvıltılarıyla etrafına ışıltı saçan küçük kız. Soran bakışlarla, gözlerini dedesine çevirdi. Dedesinin yüzünde sakin, anlayışlı, vakur bir ifade vardı. O bu durumu kendisi kadar garipsemiyordu. Dedesi, derin bir iç çekti. Yüzündeki mimiklerde bir gülme belirtisi olmamasına rağmen, yine de tebessüm ediyor gibiydi. Yıllara meydan okuyan bedeninden savrulan enerji, yaşlı görüntüsüne bir saygınlık kazandırmıştı. Küçük kız merakla dedesinin ne diyeceğini bekledi. Ölüm sessizliğine bürünmüş gibi duran dedesi bir anda,

'Şu yaşlılara bak! Neden susuyorlar biliyor musun?' dedi.

Dedesinin gençle ilgili konuşacağını sanan küçük kız şaşkın bir şekilde,

'Neden?' diye sordu.

'Bilindik bir söz vardır; boş teneke çok ses çıkarır, diye. İşte o ihtiyarların içi hayatın yaşanmışlıklarıyla dolu; acıyla, sevinçle, pişmanlıklarla, ihanetlerle, kayıplarla, kazançlarla... Gençlerin ise tenekenin içi ilk başta nasıl havayla doluysa, öyle hayallerle dolu. Hayalleri hayatla yer değiştirdikçe dolacaklar ve bizler gibi daha çok dinlemeye başlayacaklar', dedi.

Küçük kızın sevimli yüzünü iki eli arasına alan dedesi onu alnından öptü. Onun söylenenleri anlamayacak kadar küçük olduğunun farkındaydı. Bir an önce arkadaşlarıyla oyun oynamaya gitmek için acele eden küçük kıza,

'İnsanları tanımak için acele etme. Tanıdıkça, herkesin yalnız kendi işine göre hareket ettiğini göreceksin', dedi ve küçük kızın cıvıldaması için ellerinden uçup gitmesine izin verdi.


***
Kavga nihayet patlak verdiğinde, eşi gitmek için arkasını döndü. Karısının saçmalıklarıyla uğraşmaya niyeti yoktu. Adımını atmıştı ki kadın,

' Senin duymaya tahammül edemediklerini, ben yaşıyorum' diyerek adamı olduğu yere mıhladı.


***
'Çocuklar!' dedi, 'Çocuklar!'

'Onlar; ölümün karşısında yaşamın bir çare bulması gibi, mutluluğu mutlaka bulurlar. Tükendiğinde, kaybolduğunda onları izle. Seni doğru yola tekrar çıkarırlar.'


***
Kitabın her bir satırını; kollarını jiletle çizenler gibi kanatarak çizmişti. Damlalar aktıkça yüreği ferahlıyor, rahatlıyor, en garibi de hafifliyordu.


***
Yazar olmak için sorunlu bir psikopat olmalıydın. Öfkeli olmalıydın. Hüzünlü ve içe kapanık olmalıydın. Hiç biri mi yok? En azından ukala olmalıydın. Sevmemeliydin mesela. Küçültücü bir şeydi mutluluk. Kim isterdi ki mutluluğun masalını dinlemek? Dedikodu, entrika, sorunlar, kötülük, ezilmişlik dururken; kim ne yapsındı yavan, acısız bir sevgiyi. Tüm iyi masallar tam da orada bitmez miydi? Oysa kime sorarsan mutluluğun peşinde; özenle saklayarak, itip kakarak kaybettikleri, kaçırdıkları mutluluğun. Aradıkları şey karşılarına çıktığındaysa tanımıyordu kimse. Şiirlerle karıştırıyorlardı onu. Sevgi, mitolojik bir dönüşüm geçirmişti; o kadar yabancı ve uzak diyarlara ait olmuştu kısaca...