27 Şubat 2013 Çarşamba

Kapılar

Bütün kapıları kapattım kendime
Yansam da
Kanasam da
Dağladım yüreğimi
Üstelik bile isteye
Bir nankör gibi
Bile isteye
Çevirdim kilidi!

24 Şubat 2013 Pazar

Bölüm 1: Yenilgi

Lina, yarı baygın bir şekilde iki militan tarafından; nemli, loş ve soğuk bir koridordan sürükleniyordu. Tavanda cızırtılı sesi ile her an sönecekmiş gibi duran ve üzeri kirle kaplanmış bir lamba ortama daha da gergin bir hava katmıştı. Lina, o kadar çok darbe almıştı ki nefes alışları zorlaşmıştı. Ağzından ise hala kan damlıyordu. Saçları, terden sırılsıklamdı; yine de dik tutamadığı başından sarkarak, bir süre de olsa yüzünde kimsenin görmesini istemediği bitmişliği saklıyordu.

Peşlerinden gelen ayak seslerini duyunca Lina'nın kaşları çatılıp, nefes alışları hızlanmaya başladı. Komutanı düşünerek,

'O da geliyor mu yoksa ? ' diye geçirdi içinden.

Henüz Komutan sıradan bir subay, kendisi ve Komutanın şu an peşinde olduğu Asilerin Lideri üniversitede öğrenciyken; birbirlerine düşman olacaklarını tahmin bile edemezlerdi. Savaşın patlak vermesiyle, düşmana karşı kurdukları gizli örgüt her geçen gün güçlenmiş fakat iki erkeğin fikir çatışması onları dönülmez bir yol ayrılığına sürüklemişti. Lina'nın, uzun yıllar ortada kaldığı bu çatışmada yönünü seçememesi; iki erkeği, birbirine daha fazla düşürmekten başka bir işe yaramamıştı. Ne yaptıysa orta yolu bulamamış, bir zamanlar kan kardeşi olan bu iki dostu barıştıramamıştı. Nihayet, niyetinin imkansız olduğunu anladığında ikisini de birbirinden koruyabilmek için daha zayıf konumda olan ve Komutana karşı isyan eden arkadaşına casusluk yapmıştı. Şimdiyse en istemediği şey olmaktaydı; birisi ölecekti.

Koridorun sonunda tek bir hücre vardı. Arkadan onları takip eden bir yaver, öne geçip kapıyı açtıktan sonra geri çekildi. Lina bir anda kendini hücrenin içine savrulmuş ve yere yüzükoyun kapaklanmış buldu. Dudaklarının arasından acı bir inleyiş boşaldı. Militanların Lideri, hücreye girerek kızın tepesinde dikildi ve omzundan ayağıyla iterek onu sırtüstü yatırdı. Liderin yüzünde sinir bozucu bir sırıtma vardı. Yavaşça çömelerek sağ eliyle kızın çenesinden sert bir şekilde tutup kendisine bakmasını sağladı. Lina çatılmış kaşlarıyla, çektiği acıyı saklamaya çalışıyordu. Lider, yüzündeki alaycı gülümsemeyle Lina'nın suratına doğru eğilirken Lina, bütün öfkesiyle onun yüzüne tükürdü. Bunu beklemeyen Liderin sinirinden burun delikleri genişleyip dişleri kenetlendi. Sol kaşı ise öfkelendiği zamanlardaki gibi yukarı kalkmıştı.

'Sana dersini büyük bir zevkle vereceğim' dedi kendinden emin bir sesle. 'Emin ol yüzünden bu gururlu ifadeyi silip atmam çok uzun sürmeyecek.'

Tam elini kızın çenesinden çekip yüzüne okkalı bir yumruk atacaktı ki arkadan onu durdurabilecek tek kişi emir verdi.

'Dur!'

Liderin eli havada asılı kaldı ve sinirinden titreyerek yavaşça indi. İtaatkar bir tavırla ayağa kalkan Lider, Komutanın tutsağı görebilmesi için yana çekildi.

Lina, duyduğu ses karşısında tüm sakinliğini kaybetti. Sinirleri yeniden alt üst olmuştu. Bütün vücudu istemsiz bir şekilde titremeye başladı. Kalkabilmek için olanca gücünü topladı fakat çatlamış kolu yüzünden durumu birden kötüleşti ve bağırmamak için dişlerini olabildiğince sıktı. Tam ayaklanmıştı ki Liderin sert tekmesiyle yeniden yüzükoyun yere düştü. Ağzından çıkmasını istemediği feryada bu sefer engel olamadı.

Lina'nın casusluk teşebbüsü Komutanı derinden yaralamış ve ona ağır bir darbe vurmuştu. Lina'nın amacı taraf seçmek olmasa da kalkıştığı iş, onu buna mecbur bırakmıştı. Lina'yı her ne olursa olsun kaybetmeyi göze alamayan Komutan, yaşadığı hayal kırıklığına rağmen yaşamasına izin verecekti. Fakat onun cezalandırılmasına karşı koymak; adamlarının ayaklanmasına ve itibarının zayıflamasına neden olacağından, bir müddet acı çekmesine göz yummak zorundaydı.

Lina'yı böylesine çıldırtan Komutan, çömelip bir dizini yere koyarak tutsağını kendisine doğru çevirdi. Göz göze geldiklerinde Lina'nın delirmişliği adeta gözlerinden fışkıracaktı. Kızın tek eli ani bir refleksle vurmak için uzanınca, Komutan onun elini tutup yere yapıştırdı ve diğer eliyle de çatlak olduğunu bildiği kola bastırdı. Lina bu beklemediği acı üzerine çığlık attı ama koluna olan baskı sürmeye devam etti. Kızın çığlıkları kulak tırmalıyordu artık. Dağılan saçları, yattığı soğuk zemin üzerinde başının sağa sola hareketleri doğrultusunda sürünürken, gözlerinden akan yaşlarla daha da ıslanıyordu.  Çektiği ızdıraba dayanamayan Lina, saniyeler süren bu işkencenin sonunda,

'Yeter! Yeter dur artık!' dedi ağlayarak. İşkence durdu. Fakat Lina'nın ağlaması durmuyordu.

İşkence yapan kişi elleriyle kızın gözyaşlarını sildi ve

'Bana karşı savaşmak için daha güçlü olmalısın' dedi.

Lina, biraz önce çekmiş olduğu acı yüzünden hala düzgün nefes alamıyor ve titriyordu.

Kızın karşısında duran kişi, yüzünde ne düşündüğü anlaşılmayan bir ifadeyle bir kaç dakika daha tutsağına baktı. Bu sakinliği bozmaktan korkan Militanların Lideri ,

'Komutanım' dedi tedirgin bir sesle.

'Söyle' dedi soğuk bir şekilde Komutan.

'Gitmeliyiz. Adamlar, saldırıya geçmek için tüm hazırlıkları tamamladılar. Artık kaçacakları bir yer kalmadı. Asilerin işi bu sefer bitti.'

Lina'nın bu son sözler karşısında göz bebekleri irileşti ve Komutana baktı. Komutanın dudaklarında bir tebessüm vardı. O kadar mağrur görünüyordu ki Lina her şeyin sona ereceğini anladı. Komutan yavaşça Lina'nın yüzüne eğilerek onu alnından öptü ve ayağa kalktı. Kız o an hissettiği öfke, ızdırap, nefret, çaresizlik karışımı duyguları karşısında kolunu önemsemeyerek kalkmaya çalıştı. Fakat o kalktığında hücresinde bulunanlar çıkmış ve kapısı kapanmıştı. Kapının demirli küçük penceresinden bağırmaya başladı.

'Seni asla affetmeyeceğim, anlıyor musun? Asla!' dedikten sonra daha fazla dayanamayıp bayıldı.

Dışarı çıkmak üzere olan Komutan, bu son tehdidi duydu. Derin bir nefes aldıktan sonra,

'Biliyorum' dedi ve dışarıya adımını attı.

15 Şubat 2013 Cuma

Bir Ömre Tek Gömlek

Mozart'ı ömründe hiç duymayan yoktur günümüzde ve yıllar yıllar boyu gerisinde. Peki Salieri'yi kim bilir konunun uzmanından başka? Mozart tartışmasız dehanın örneği iken Salieri nedir? Aynı işi yapan iki insan, aynı gönle baş koymuş, bir farkla Salieri gibi daha niceleri. Mozart hafızalarımıza bir şekilde tecavüz etmişken Solieri neden silik bir notaya dönüşmüştür?

Salieri insanın temsilcisidir bir şekilde. Kıskançlıklarıyla boğuşan, erdemlerini sorgulayan, zayıflıklarını gördüğünde sınavı başlayan herhangi bir insan yani bizler. Oysa Mozart'ın böyle bir derdi yoktur. O sadece notalara hükmetmeli ve onları istediği gibi eğip bükmelidir. Yapması gereken ve de yaptığı tek anlamlı şeydir.
Salieri, Tanrının verdiği birçok gömleği yeri ve zamanı geldiğinde giyerken, örneğin babalık, kocalık, hocalık, toplumda saygın bir statü vs. gibi, Mozart tek bir gömleğe mahkum edilmiştir. Tek bir iş, tek bir görev, tek bir amaç. Başka kimliklere ihtiyaç duymadan, başka zorunluluklara boyun eğmeden. O yüzden normal bir vatandaş değildir Salieri gibi ya da olması gereken bir baba, bir eş. Tek bir gömleğin yıpranışının hızlı oluşu bundandır. Hayat, sıkıştırılmış bir dosya gibi, ya da hızlandırılmış bir kurs gibidir tek gömlek giyenler için. Her şey çarçabuk yapılmalıdır, yıpranma zamanı yüzünden. Hayatın diğer kuralları onlar için yürürlükte değildir bir nevi, vakit harcanamaz bunlara. Bu yüzden Salieri boşuna üzmüştü kendini. O Tanrının erdemlerine sıkı sıkı bağlanmışken, bunlara uymayan çocuğu yaşındaki bir insana bahşedilmiş yeteneği kıskanmak, Yaradanın onun üzerinde ki testi idi belki, bilememişti. Oysa, bu rolde Mozart'ın hiç suçu yoktu. Kim bilir, yaptıklarının niyesinden bile habersizdi. Onu Tanrı görevlendirmişti, yapmak zorundaydı, başka bir gömleği yoktu.

Peki yapılanlar kimin içindi? Ömrü pahasına yapılan onca şey, ne içindi? Tabi ki insanlık adına, bizler adına adanmış bir yaşam. Geride kalacaklar için harcanmış bir yetenek. Gökten üç elma düşerken kim oturup da bunun nasıl olduğunu düşünür Newton'dan başka? Kim 'hiçbir şey bilmediğinin farkındadır' Sokrates gibi. Aşil neden savaşmayı temsil eder ve neden uçmak bu kadar önemlidir Da Vinci için?

Yaradan, tek gömleğin sahibini seçerken ve bizler için değerli ömürler harcarken, isimlerini kalplerimize kazıyarak onlara sonsuzluğu bahşeder. Einstein'ın ne yaptığını ve bize hangi kapıları açtığını bilemesek de biz isimsizler olarak o kapılardan geçerken isim sahibinin adını yaşatmış oluruz böylece.

7 Şubat 2013 Perşembe

Bir Deli Rüzgar Esti!

'Beni benden kurtar Ya Rab!' dedi ergen.
'Beni benden kurtar artık ne olur. Dursun, sussun artık şu beynim. Yanmasın, kavrulmasın kalbim. Kurtar beni Ya Rab! Kurtar, duy sesimi!'.

Bıkmıştı ergen kız kendisi ile mücadele etmekten. Çıldırmış, tepe taklak olmuş duyguları ondan izinsiz, kontrolsüz bir biçimde gönüllerince dans ediyorlardı. Ne diline hakim olabiliyordu ergen, ne de hareketlerine. Yokuş aşağı giden freni patlamış bir araba gibi son hızla iniyor, önüne kim geçerse ezip gidiyordu. Bütün bunlar olurken olaylara dışarıdan bakan bir seyirciydi sadece. Görüyordu, biliyordu ama ne fayda. Hiçbir şeye engel olamıyordu. Bir tek şeyden emindi, tek bir şeyden. Bu deli arabanın elbet bir gün duracak olmasından adı kadar emindi. Emindi emin olmasına ama korkuyordu durduğu an da ne halde olacağından.

Bilmek ağır bir yüktü sadece omuzlarında. İnim inim inleten bir ızdıraptı. Neden bütün bu delirmişlik diye defalarca sordu kendine. Oysa farkındaydı, nedeni yoktu. Tezatlıklar ülkesinin zamanındaydı, tatminsizliklerin özgür olduğu ülkedeydi ve kendisi gibi daha bir çok insan. İçinde gereksiz yere ama gereksiz bir özenle yaşatabildiği nefreti, kini, öfkesi vardı bu diyarda. Ağzını açtığı an ejderhanın alevlerine dönüşüyordu sözcükleri. Acının hür olduğu memlekete sığınmak zorundaydı bir müddet. 

Bitmeyen müddet yormuştu ergeni. Sabretmek, nereye kadar! Tırnaklarını göğüs kafesine geçirip yırtarak kurtulmak istiyordu bu elbiseden. Bitsin istiyordu. Sadece bitsin. Yalvarıyordu her an onu şekilden şekle sokan Yaradanına. Çaresizliğin verdiği utanmazlıkla dileniyordu ondan merhametini.

'Beni benden kurtar artık ne olur!' diyordu her gün yeni bir umutla.